Hesabım
    Hazine Avcıları
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Hazine Avcıları

    Derdini anlatamayan bir grup adam...

    Yazar: Fırat Ataç

    Oyunculuğun yanı sıra yönetmenlikte de işleri arasına pek uzun zaman dilimleri koymayan George Clooney, The Monuments Men ile türler arası yolculuğuna devam ediyor. Kamera arkasına geçtiği filmlerinde kara filmden biyografiye, screwball komediden politik sulara kulaç atan Clooney, hücrelerine nüfus eden kaçınılmaz 'Steven Soderbergh sineması etkisi'yle kariyerini sürdürecek, görünen bu.

    Ocean's serisinin temel mantığını alıp ufak The Dirty Dozen ve Inglourious Basterds tadları katmaya çalışan The Monuments Men, İkinci Dünya Savaşı sonlarında vuku bulmuş gerçek bir hikayeye dayanıyor. Nazilerin, Hitler onuruna açılması planlanan Führer Müzesi'nde sergilemek ve Avrupa kültürünü - hastalıklı kavgalarının da getirisiyle- tek elde tutma isteğinin sonucu olarak dört bir yandan arakladıkları sanat eserlerinin peşindeki bir grup Amerikan askeri...Amaçları bu eserleri alıp, eski yerlerine iade etmek. Yani kendileri ya da ülkeleri için avantaj teşkil edecek her hangi bir durum söz konusu değil. Ha...Bu hareketten sonra Amerikan ordusunun şanı yürür mü? Yürür tabi...

    Film boyunca defalarca tekrarlayacağı, kabaca 'sanat eserleri bizim geçmişimizi temsil eder, geçmişimiz olmadan biz hiç bir şeyiz, dolayısıyla sanat eserleri için ölünür' şeklinde özetlenebilecek baskılarıyla, kendisine minik bir takım kurarak hazine avına çıkmasına izin verilen sanat tarihçisi Frank Stokes (George Clooney)'un şovu bu. Hepsi kendi alanlarında uzmanlaşmış yedi kişilik bir ekibin bazen gruplara ayrılarak bazen bir araya gelerek tüm Avrupa'yı kolaçan etmesini izliyor ancak ortaya çıkarılabilecek muhtemel eğlence ve seyir zevkinin yanından bile geçemiyoruz.

    Bu durumun bir kaç önemli nedeni var. En büyüğü yönetmenin filmin tonu hakkında ciddi kararsızlıklara sahip olması. The Monuments Men, hepsinden bir miktar barındırmasına rağmen, bir İkinci Dünya Savaşı draması da, gerilimi de, komedisi de olamıyor. Meselesi güçlü olsa da bütün olanları tek bir cümleye sığdırabilmek pek kolay bir iş değil. Zira sanat her insan için farklı bir anlama, farklı bir hissiyata denk geliyor. Bahsettiğimiz form resim de heykel de müzik de sinema da olsa bu böyle. Clooney ve senaryoda ona yardımcı olan Grant Heslov, sahip olduğumuz öznel fikirlere bir şeyler katmak istemiş olabilirler ancak yazdıkları zayıf senaryo ile kalbimizi ısıtamıyorlar.

    The Monuments Men, -emin olmadığımız- kendi türü içerisinde ağır bir tempoya sahip olsa da, bize bir harita sayesinde anlatılan 'neredeydik, şu an neredeyiz ve nereye gidiyoruz ?' sorunsalında boğuluyor, her biri muhteşem yeteneklerdeki oyuncularını mekanlara dağıtıyor ve güzel bir amaç uğruna kurulan bu takımla aramızda hiç bir bağ kurdurmamayı da başarıyor. Yedi ana karakter ve iki ekstranın her birinin umrumuzda olması hayalcilik olsa da bizden bu kadar uzakta olmaları kabul edilebilecek gibi değil. Sorunun beraberinde getirdiği melankolik yönü ağır basan sahnelere karşı duyarsızlaşma, mizahın filmin bütününe tesir edememesi gibi ayrıntılar The Monuments Men'in şık bir TV filmi hüviyetine sokuyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top