Büyümek ve üzülmek...
Yazar: Banu Bozdemirİsminde "ve" geçen filmleri severim çünkü bu tarz filmlerin bize yönelteceği iki ana karakter vardır ve izleyici olarak birinin yanında yer almamız istenir. Ama burada filmin ibresinin zaman zaman saptığını söyleyebiliriz. Sally Potter daha çok deneysel filmler çekmeyi tercih ettiğinden, Bir Hayalimiz Vardı/Ginger & Rosa filmografisinde daha ‘bildik' bir tanımlamayla anılacak büyük ihtimalle. Ama yine de kadının yönünden bakan, cinsiyetin yüklediği roller açısından Potter izleri taşıyan bir film. Filmin atmosferi bir hayli etkili, Soğuk Savaş ve cinsel devrimin birbirini tetiklediği 1960’lı yıllarda geçiyor ve üs olarak İngiltere seçilmiş tabii! 1945’te Hiroşimaya atılan atom bombasının görüntüleriyle açılış yapan film bir yandan da karşısına bir doğum sahnesi koyuyor hatta bir değil iki! Londra’da doğum yapan iki kadının halleri hem ölüme inat doğum olarak algılanabilir, hem dünyanın değişik noktalarındaki değişik telaşlara yoğrulabilir hem de doğumla başlayan bir kader birlikteliğine kadar uzatılabilir. Gerçekten de öyle oluyor, film Ginger ve Rosa üzerine kurduğu hikayeyi zaman atlatarak 1962 yılına getiriyor bir anda. Soğuk savaş gerilimi, nükleer silahlanmanın bir tehdit noktasına ulaşması ve sokaklarda yapılan protesto eylemleri, bombaya karşı yürütülen nefret söylemleri… Film bir şekilde bu politik söylemi sırtlanıp giderken bir yandan da aile kavramı ve bunun evlatlar üzerindeki etkisi üzerine derin şeyler söylemeye çalışıyor. Ginger ve Rosa çocukluktan gelen arkadaşlıklarını, ergenlik çalkantısı ve değişim rüzgarları arasında dengede tutmaya çalışan iki genç kız. İkisinin de hayatında oturmuş bir anne figürü varken baba figürleri gayet dağınık. Zaten Rosa'nın babası o küçükken evi terk edip gitmiş, Ginger’in babası ise yakışıklı o oranda birikimli ve savaş karşıtı bir yazar. Ginger rol model olarak babasını seçiyor, ona hayran ve onun gibi aktivist olmak istiyor. Ama babanın olumlu tavrını bizim gözümüzde iki şeyin yıktığını söyleyebiliriz. Karısını yani Nat’i pek de umursamıyor Roland, daha çok genç öğrencileriyle özellikle de kızlarla vakit geçirmeyi seviyor. Bu da devrimci gelenekten gelen bir erkeğin toplumsal karizmatik misyonuyla aile içi ya da kişisel feodalitesinin çatıştığına dair küçük ama etkili bir anekdot sunuyor Potter’ın gözünden.
Diğeri ise aynı zamanda iki kızın da farklılaşmaları adına. Ginger politik olarak yolunu daha sağlam çizerken, Rosa terk edilen annesi gibi olmamak için daha 'kadın' olmayı seçiyor ve kayıp baba imajı yerine Roland’ı sevgili olarak koyuyor. Bu ne kadar ayrışmanın eşiğinde olsalar da iki kızın bağları neredeyse koparıyor. Babasını en yakın arkadaşına kaptıran Ginger bunalıma giriyor. Tabii burada feminist dizginleri elinde bulunduran Potter’ın tüm hıncını karısını üzen, kızını hayalkırıklığına uğratan ve hatta Rosa’yı duygularının etkisi geçtikten sonra yalnızlığa terk eden Roland’dan çıkardığını düşünüyoruz. Biraz da öyle aslında. Toplumsal söylemlerle kişisel çıkarlar uyuşmaz söylemi çıkıyor tabii buradan. Yani kendimizi kalabalıklar içinde farklı hatta mükemmel ifade edebiliriz ama asıl önemli olan iç dünyamızda ne kadar samimi, açık ve özgürlükçü olduğumuzdur… Tıpkı sosyal medyanın iki yüzü gibi. İki kızın özgürlük algısını sekteye uğratanın çok yakın bir rol model olması da tehlikeyi çoğu zaman uzakta aramamak gerektiğine dair Pottervari bir söylem!
Ginger & Rosa iki genç kızın politik eksenli (bana göre siyasi dalgalanma daha ön planda olmalıydı) bir atmosferde kendilerini bulmalarına örnek teşkil edecek birtakım donelerle kişiliklerine ilişkin derin ayrışmayı da ortaya koyuyor. Örneğin; Ginger daha ayakları yere basan, başı sıkıştığında destek alacağı ve politik argümanları hayatına daha fazla monte edebileceği bir yolu seçiyor, Rosa kadınlık hallerine ve bu hallerin erkek üzerinde etkisine fazlaca saplandığı için ne yazık ki etrafındaki kadınlar gibi; en çok da annesi gibi bir hayata geçiş yapıyor. Belki de bu döngüden tek yırtan Ginger oluyor. Babasının yarattığı hayal kırıklığının belli bir etkisi olsa da asıl politik bilinç ve belki de feminist korunma içgüdüsü ona bunu yaptıran. Yani içindeki devrim ve direniş duygusu! O anlamda seyirciyi karakterleriyle özdeşleştirecek, Ginger ve Rosa'nın açmazlarında fazlaca dolaştıracak bir film...
twitter.com/BanuBozdemir