Hesabım
    Seninle Yaşıyorum
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Seninle Yaşıyorum

    Savaş ve aşkın sularında...

    Yazar: Orkan Şancı

    Seninle Yaşıyorum ele aldığı konular açısından kafası biraz karışık bir film. Her şeyden önce sanki neyi anlatmak istediğine karar verememiş bir yapısı var. ABD'den İngiltere'ye, hiç tanımadığı kuzenlerinin yanına taşınmak zorunda kalan, yeni ortamına alışmaya çalışan obsesif-kompülsif ergen bir kızın öyküsü mü bu, yoksa 3. Dünya savaşı arifesinde İngiltere kırsalında yaşayan naif insanların başına gelenleri mi anlatmaya çalışıyor? Filmde bu ki öyküyü birbirine yedirme problemi, hikayenin önüne geçiyor.

    Kafa karışıklığı meselesini biraz açacak olursak, "çift dikişli" diye tabir edebileceğimiz bir durum söz konusu. Ön planda işleyen bir öykü, bir de bu öykünün fonuna yerleştirilen yan öykücük yani. Bazen Children Of Men'de olduğu gibi savaş sürerken tüm dikkatimiz doğum yaparak nesli devam ettirecek bir kadını kurtarmaya odaklanır, bazense Cold Mountain'daki gibi yine savaşın gölgesinde hayatta kalmaya çalışan bir aşk öyküsüne tanıklık ederiz. Ya da Pianist'te olduğu gibi, "inadına hayatta kalmak" başlı başına bir izlek olabilir. How i live now'da ise katmanlar bu anlamda biraz başına buyruk. Her şey kendi zemininde ilerliyor ama birleşmiyor. Alakasız gibi görünen ama daha önce defalarca başarıyla birleştirilmiş "savaş" ve "aşk" temaları maalesef bir türlü kavuşamıyor. Biri diğerinin düşünsel gölgesi olamadığı gibi tetikleyici de değil, hatta birbirlerinin yoluna çıkmaktan bile imtina ediyorlar.

    Bunun bir roman uyarlaması olduğunu düşünecek olursak, senaristlerin öyküden neyi çıkartıp neyi eklediğini kestirmek güç. Bir kere baş karakterimiz Daisy (sinirlere dokunan bir Saoirse Ronan) tam bir baş belası. İç sesi sayesinde karakteri hakkında birkaç ipucu yakalayabildiğimiz bu ergen kızımız, düşüncelerini/davranışlarını sürekli kontrol etmeye çalışan, yabani, empati duygusu zayıf biri. İngiltere kırsalında yaşayan kuzenlerine gelince. Onlara daha seyirci bile ısınamamışken çat kapı aşk beliriyor, ardından her yerde savaş bombaları patlamaya başlıyor. Seyircinin kafasını olumlu manada karıştıracak bir eser, öncelikle kendi içinde tutarlı olmalı. Oysa birada tam tersi mevcut. Kendi kafası o kadar karışık ki, seyirciden yardım ister bir hali var, "ne olur anlayın artık" der gibi.

    Kevin Macdonald, bundan çok daha zor işleri başarmış bir isim. 2000 senesinde One Day in September belgeseli ile Oscar kazandı. "Öykü anlatan belgesel" diline ne kadar hakim olduğunu 2013'te Marley ile tekrarladı. Dahası Forest Whitaker'a Oscar kazandırdığı İskoçya’nın Son Kralı gibi esaslı bir işi de mevcut. Gelin görün ki, bu kez baltayı taşa vurmuşa benziyor. Bu kez "belge"lerden faydalanamadığı tamamen kurmaca bir öyküde, neyi anlatacağı konusunda tökezliyor.

    Filmin problemli mekaniklerinin altını iyice çizelim. Birden beliriveren savaş (fondaki öykücük) bir anda başrole soyunuyor. Derken Daisy, yanına minik kuzenini alarak filmin neredeyse yarısı kadar süre boyunca sevgilisinin izini sürerek "yol filmi" havası estiriyor. En önemli sorunlardan biri de bu yol boyunca karşımıza çıkıyor zaten. Daisy sevilecek bir karakter olmayı bir türlü başaramıyor. Aşk onu değiştiremiyor. Seyirci onu anlayamıyor, empati kuramıyor. Oysa bir aşk anlatısının en önemli zemini seyircinin kalbinde oluşacak empati değil midir? Daisy ise öyle bencil ki, etrafta onlarca masum insan ölürken bile sevgilisinden başka bir şey düşünemiyor. Aşk bencildir evet ama filmdeki aşk, daha çok bir takıntı gibi. Kızımız, aşkı da bir tür obsesyona dönüştürüyor. Bu öyle bir hal ki, masum bir kızın katledilişine seyirci kalmamızın anlaşılır olabileceğini düşünmemiz isteniyor. Macdonald formundan o kadar uzak ki, böyle bir karakterin aşkına kavuşmasını seyircinin sabırsızlıkla bekleyeceğini sanıyor.

    How i live now, tüm o sevecen fragmanına, hoş renkli posterine rağmen hedefini tam anlamıyla ıskalamış bir film. Savaş ve aşk konularında söyleyecek sözü varmış gibi görünüyor ama dediğimiz gibi kafası bu konuda karışık.

    Twitter: orkansanci

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top