Şeristan nine (nene kurban), 80 yaşlarında, İstanbul'un varoşlarında yaşayan, çocuklarının şehrin pisliğine ve bulanışını çaresizce izlemek ve hiç olmazsa aralarında biraz olsun denge tutturabilmek için uğraşan kendi cahil, gönlü bilge bir Anadolu kadınıdır. Bir gün, artık sonuna geldiğini hissetiğinde, oğlu Mirza'dan bir dilek diler. "Eğer yapabiliyorsan, eğer buna gücün ve cesaretin varsa... Beni vatanıma götür ve oraya göm." Sonrası bir yol hikayesi... Mirza'nın yanına anasını ve kimlik bunalımındaki oğlu Hevi'yi de alarak çıktığı bu imkansız yolculuğa biz de seyirci oluyoruz.
İz (Reç), yönetmen M. Tayfur Aydın'ın ilk uzun metraj denemesi... Film, Yavuz Ekinci'nin İncir adlı öyküsünden yine yönetmen tarafından senaryolaştırılmış...
Filmi didiklemeden önce belirtmek isterim ki; İz, Adana Altın Koza'ya yetişememiş, Altın Portakal'da da ön elemeden geçememiş bir film. Filmi izledikten sonra en çok şaşırdığım ve üzüldüğüm bu oldu. Festivallerin "iyi film" sıkıntısı çektikleri, sırf bu yüzden öğrenci festivallerinde bile yarışamayacak pespaye işleri ulusal yarışma seçkisine soktukları bir iklimde, İz bazı zaaflarına karşın eli yüzü düzgün, meramını etkileyici bir şekilde anlatan ve her şeyden önce sinema olmayı başarabilmiş bir film... Yönetmeninin hakkını yemeyelim ama bunda, filmin kurgusunu müzisyen tarafını da çok beğendiğim Kavşak filminin yönetmeni Selim Demirdelen'in yapmış olmasının büyük etkisi var şüphesiz. Fikrimce, film kurguda biten bir çabadır.
Yine de yazdıklarımdan İz'in bir başyapıt olduğu sonucu çıkmasın. İz'in başlıca zaafı oyunculuklar arasında kurulamayan denge... Örneğin Şeristan karakterini oynayan Melahat Bayram, herhangi bir sinema eğitimi almamasına rağmen rolünün hakkını tam olarak verirken, oğlu Mirza'yı oynayan Necmettin Çobanoğlu karakterinin yaşadığı gel gitleri ustalıkla seyirciye geçirirken genç Hevi rolündeki Bilal Bulut ya da aslında iyi bir oyuncu olan Serdar Orçin "oynadıklarını" gözümüze sokarcasına bir şekilde perdede arz-ı endam ediyorlar.
Filmin diğer kusuru da Türk sinemasının kronik sorunu haline gelmiş olan kısa öykü, uzun film sorunsalı... 30-40 dk'lık bir sürede müthiş lezzetli olabilecek hikayeler uzadıkça sünmeye ve etkileyiciliklerini yitirmeye başlıyorlar. Yönetmen bunu biraz olsun azaltabilmek adına bazı yan karakter hikayeleri eklemiş filme ama bunların hiçbiri, suya atılan ve eriyip giden kalsiyum tabletleri misali filmin gidişatına etki etmeyen çabalar. Bahsettiğim bu uzatılmış kısa film etkisini İz'i seyrederken yoğun bir şekilde alıyorsunuz. Neyse ki, filme alınan coğrafyanın etkileyiciliği, yerinde kullanılmış müzikleri ve çok güçlü bir sürpriz final sayesinde biraz olsun affettiriyor kendini film...
Filmi duygusal olarak çok sevmeme rağmen, son zamanda izlediğimiz tüm doğu öykülerindeki "kötü Türk" karakterlerin (Gardaki polisler mesela) İz'de de aşırı karikatürize edilmiş bir şekilde karşımıza çıkması yapılan işin samimiyetini sorgulatmaktan başka işe yaramıyor. İz, örneğin Kayıp Özgürlük'ün yaptığı gibi, bu durumu abartan bir film değil ama seyirci, olumsuz karakterlerle de empati kurarsa oyunun gerçekliği artacaktır. Ömer Lütfi Akad bu işin ustasıdır mesela... Onun filmlerini gerçek ve acıtıcı kılan önemli etkilerden biridir bu...
Filmle ilgili en büyük sıkıntıyı ise sürpriz bozan (spoiler) vermemek adına yazamıyorum maalesef ama kısaca açmam gerekirse, 80 yaşındaki bir Anadolu ninesinin anlattıklarının geçerli olabilmesi için öykünün 80'ler Türkiye'si setinde kurulması gerekirdi.
Tüm sıkıntılarına rağmen, güçlü bir ilk yönetmenlik denemesi olan İz, mutlaka seyredilmesi gereken bir yerli sinema örneği... Sadece etnik bir kaşımadan medet ummak yerine "insan"a odaklanarak, seyreden herkesin beğenisini toplayabilecek bir film olmayı başarmış diyebilirim. Ayrıca, Kürt sinemacıların kendi acılarını anlatma halini, beyaz Türk yönetmenlerin günah çıkarmalarından daha samimi buluyorum. Haftanın, gişe komedileri sağanağı altında işi zor olsa da bir şekilde kıymetini bulacaktır diye düşünüyorum.
Twitter: murattolga / murattolga@gmail.com