Hesabım
    Oğul
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    1,5
    Kötü
    Oğul
    Yazar: Banu Bozdemir

    Geçen yıl İstanbul Film Festivali'nin ‘Yeni Türk sineması' bölümünde gösterilmişti Oğul... Festival yoğunluğundan dolayı kaçırmıştım ama ismiyle aklımın bir yerlerinde kalmayı ve bir yol filmi olduğuna dair bende güçlü bir kanı bırakmayı bşarmıştı. Filmi izledikten sonra 'keşke bir yerlere ulaşmaya çalışan yol filmi olsaymış' dedim... Fikir güzel, fikrin çıkış noktası zekice olmasına rağmen, fikrin bir anlatıma dönüşmesi o denli zorlayıcı.

    Politik eksenli filmlerin dikkat etmesi gereken noktalardan birinin de bir kez daha inandırıcılık sorunu olduğunu anladım bu filmden sonra. Geçen yıl Ankara'da izlediğim Kayıp Özgürlük kadar kötü bulmasam da, aynı bakış açısından beslendiğini söylemeliyim. Bir tarafı yüceltirken bir tarafı her şeyiyle tamamen yerin altına gömme mantığı bana dayatılmış zorunluluk hali gibi görünmeye başladı...

    İsterseniz önce filmin konusundan bahsedelim. Soner'in (Enes Atış) Giresun'dan Tunceli'ye başlayan yolculuğu bize o kadar olağanüstü bir iş yapılıyormuş gibi aksettiriliyor ki, ‘acaba ne oluyor Tunceli'de' demeden duramıyoruz bir türlü. Tunceli'nin 1990'lı yıllarda solun kalesi olduğunu biliyoruz ve o yüzden yönetmenin Tunceli'yi Kürt sorunuyla ilişkilendirme çabalarını pek anlamıyoruz! Ve Soner'in neden Tunceli'ye gitmesinin arkasında politik bir neden varmış gibi aksettirilmesini de... Tüm ülke halkı, polisi, askeri el ele vermiş, ağzı birliği yapmışçasına Soner'i Tunceli'ye sokmuyorlar! Bu filmin apolitize edilen politik yanı. Tüm bu çabalar en ufak detaylar atlanmadan devam ederken (konu sınırını görüntüyle aşma çabası, ayrıntıya odaklanmaktan başka yol yöntem bulamama hali) öykünün ikinci kanadı da dalış yapıyor beyazperdeye. Filme ilişkin bir yanılsama yaratabilir ilk başta kafalarda, o yüzden belirtme gereği duyuyorum Soner Musa'nın (Rıza Akın) oğlu değil!

    Ama iki karakterin öykünün bir yerlerinde kesişme, birbirlerine dokunmadan birbirlerinin hayatında yer bulma hikayesi ilginç. Keşke bu kesişme hali başka bir öyküyle birbirine kavuşsaymış! Musa'nın oğlu Umut inandığı bir dava uğruna dağlarda. Bunu köylüler, askerler dahil olmak üzere herkes biliyor. Askerin köylüyü sorgulama, tartaklama hali o kadar karikatürize bir şekilde resmediliyor ki gerçeklik duygunuz o anda altüst oluyor. Ezilen ve ezen dengesi bu kadar mizahi bir tatta verilmemeli, zira o ana kadar anlatılmak istenen duygu bütünlüğü dağılıp gidiyor seyircinin gözünde. Senaryodaki hatalar perdeye yansıyınca o kadar kolay affedilir olamıyor çünkü yönetmen o küçük ayrıntılardan kurmaya çalışıyor öyküsünü. Köydeki herkesin ayrıntısına dalan, evlerinde pişen aştan haberi olan komutan neden Musa'nın oğlu Umut'u tanımıyor, başka birinin cenazesini Musa'ya teslim ediyor. Üzerinden kimlik çıkmadığı iddia edilen gencin kimliği neden birdenbire çantasından çıkıyor. İşte bunlar detay deyip geçmemek lazım, öykünün inandırıcılık problemi olan anlatımına ciddi darbeler vuruyor. Kürt sorununu bu ülkeden ayrı düşünemeyiz elbette, şimdi romantik bir bakış açısıyla herkesin sahip çıktığı bu soruna, 90'lı yıllarda en acı şeyler yaşanırken neredeydiniz mi demek lazım acaba?

    Biz yaptık, doğrudur bakış açısına her konuda temkinli yaklaştığım gibi burada da öyle yaklaşıyorum ve yönetmen Atilla Cengiz'in ‘Tunceli çok güzel, herkes burada çekim yapsın' cümlesine uygun olarak konuyu oraya kaydırdığını düşünüyorum...

    banubozdemir@gmail.com

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top