Hesabım
    Türk Pasaportu
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Türk Pasaportu
    Yazar: Murat Tolga Şen

    Türk Pasaportu... Şimdiye kadar tarafıma, elinde bir sürü evrakla vize kuyruklarında ömür tükettirmek dışında bir fayda sağlamamıştır ama gün gelir, yaşama sebebiniz olurmuş meğer... Adana Altın Koza Film Festivali Ulusal Yarışma seçkisinin en merak ettiğim filmlerinden biriydi Türk Pasaportu.... Yapımına 2007'de başlanan ve ilk defa Altın Koza'da seyirci karşısına çıkan film, Nazi Almanyasının işgali altındaki Fransa'da yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı musevileri korumak, kollamak ve nihayetinde güven altında vatan toprağına ulaştırmak için binbir belayı göze alan, Necdet Kent ve bir avuç Türk diplomatının gurur verici mücadelesini anlatıyordu. İnsanlık suçlarına karşı verilen mücadeleye hassaslığımdan dolayı, film eleştirmenliğini bir kenara bırakıp, "insan" olarak izlemek istediğim bir yapımdı.

    O yüzden dramatize edilmiş sekanslar ve dönemin tanıklarının verdiği söyleşilerle bezenmiş bu belgesele karşı diğer yarışma filmlerine bahşetmediğim bir hoşgörü besliyordum. Fakat korkmuyor da değildim. Duygusal bir millet olduğumuzdan mütevellit, deniz belgesellerinde bile "Akdenizin oyuncu dalgalarında Homeros'un destanlarını çığıran şu fok balıklarına bakın hele..." gibisinden tiradlar duymak olağanken, ajite etmeye çok açık bu konuyu nasıl ele almıştı acaba Burak Cem Arlıel?

    Neyse ki korktuğum başıma gelmedi. Türk Pasaportu başladığı andan itibaren oldukça dengeli bir anlatım tutturan, neredeyse bu muhteşem kaçış planını kotaran diplomatlarımız kadar alçak gönüllü bir yapım. Fransa'da yaşayan Türk vatandaşı musevilerin "yahudi yıldızı" takmak zorunda olmayışı, diğer musevilerin aksine dükkanlardan rahatlıkla alış veriş edebilmeleri, Fransız makamlarının pervasızlığı ve umursamazlığı karşısında Türk diplomatlarının Nazi subaylarına karşı verdiği amansız ve başı dik mücadele olabildiğince etkili bir şekilde anlatılıyor. Sadece Türk vatandaşlarına değil neredeyse her museviye sahip çıkılyor. Onlara Almanlar durdurup, kontrol ettiğinde söylecekleri bir kaç Türkçe cümle öğretilip, sahte evraklar düzenleniyor. Diplomatlarımız kamplara gidiyor, trenlere Musevilerle birlikte biniyor ama onları sahipsiz bırakmıyor. Nihayetinde, Türkiye'nin Almanya'ya savaş açması söz konusu olduğunda korunmasız kalacak Musevi vatandaşlarımız için trenler ayarlanıyor ve Nazi işgali altındaki topraklardan geçerek Türkiye'ye ulaşıyorlar. Abarttığımı sanmayın ama tren Türkiye'ye girerken, şimdiye kadar izlediklerinden etkilenen tüm salonun gözünden yaşlar boşalıyordu. Kendimi de ayıracak değilim.

    Bu anlamda Türk Pasaportu için, şurası olmuş, burası olmamış kabilinden bir eleştiri yazacak değilim. Çok net bir biçimde söyleyebilirim ki; hem konuyu hem de ele alınış biçimini çok beğendim. Reklam sektöründen gelme yönetmeni sayesinde Türk sinemasının standartlarının üzerinde bir işçiliğe sahip ama çok daha önemlisi, milletçe kendi kimliğimiz konusunda epey sıkıldığımız şu günlerde bizi gururlandıracak bir öykü anlatıyor. Bu tür hikayeleri anlatırken yaşanan didaktizm sıkıntılarını da o günleri yaşayan Musevilerin acıklı ama sevimli öyküleri ile aşmayı bilmiş Türk Pasaportu.

    Yanınıza çocuklarınızı da alıp salona koşturmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Festival jürilerinin milliyetçi dokunuşlardan pek hoşlanmadığı şu dönemde, Altın Koza'dan eli boş dönse de Türk Pasaportu önemli ve mutlaka izlenmesi gereken bir yapım. Her gösterim yılında habire geçmişimizle hesaplaşıp duran yapımları ilgiyle izlerken geçmişimizden gurur duymamızı sağlayacak öyküleri de izlemeye hakkımız ve aynı zamanda ihtiyacımız var. Keşke tarih ders kitaplarımızda 'bin atlı çocuklar gibi şen' dizeler olacağına, aynı kitaplarda bir avuç Türk insanlığı kurtarmaya kalksa... Necdet Kent ve diğerleri gibi.

    Twitter: murattolga murattolga/gmail.com

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top