Hesabım
    Yurt
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Yurt

    Ustasının izinde bir sinemacı...

    Yazar: Murat Özer

    Nuri Bilge Ceylan'ın Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve Uzak'ında ‘amatör oyuncu' kimliğiyle var olan, sonuncusuyla Cannes Film Festivali'nde ‘en iyi erkek oyuncu' seçilmeyi de başaran Muzaffer Özdemir, ilk yönetmenlik denemesi Yurt ile ustasının izinden giden bir anlatıya tutunuyor. Derdi başka olsa da, Nuri Bilge Ceylan'ın atmosferlerinden epeyce etkilendiğini, özellikle de yönetmenin ilk dönem filmlerine öykünen bir yapı kurduğunu söylemek mümkün.

    Muzaffer Özdemir, yazıp yönettiği Yurt ile, çevreyi harap edip yaşadığımız dünyayı ‘çöplük'e dönüştüren insanoğluna olan nefretini kusuyor adeta. Bunu yaparken, genel bir bakışın ardına saklanmaktansa, durumu özelleştirip ‘yurt' kavramına tutunuyor ve hedef tahtasındaki tek bir noktaya odaklanıyor. Baş karakterini bunaltıyla baş başa bıraktıktan sonra, memleketi Gümüşhane'ye gönderip huzura ermesini sağlamaya çalışıyor film. Ancak onun büyük kentteki ruh sıkışıklığı, yerini çok daha büyük bir ‘daralma'ya bırakıyor burada. Çocukluğunun geçtiği ‘cennet'in insan eliyle ‘cehennem'e dönüştürüldüğünü gören karakter, evi olduğu halde artık bir yabancı gibi gözlemliyor durumu, tespitlerde bulunuyor. Müdahale etmeden ağlıyor yurdunun ardından, dövünüp bunaltısını katlıyor, ama isyan bayrağını açmak gelmiyor aklına.

    Yurt, Türkiye'nin dört bir yanını tahribata uğratan HES'leri Gümüşhane özelinde lanetleme işlevi üstlense de, tek derdinin bu olmadığı açık. Doğaya saygı duymayan otoritenin günahlarına ortak olan halkı da hedef tahtasına oturtuyor film; iş işten geçene kadar kılını kıpırdatmayan halkın, sonrasında ağıtlar yakmasının anlamsızlığına vurgu yapıyor. Evet, doğanın hiç edilmesinin temel sorumlusu olarak iktidarı gösteriyor, hatta onları ‘münafıklık'la suçluyor, ama küçük hesaplar peşindeki halkı gözüne kestirmeyi de ihmal etmiyor.

    Muzaffer Özdemir de tıpkı ‘geç kalmış' halk gibi ağlıyor doğanın ardından, o da geç kaldığının farkında çünkü. Bu günah çıkarmanın gösterdiği şeylerden biri de, insanın onca kötülüğüne rağmen yaşamaya devam eden doğanın direnişi. Film, çirkinliki bolca hissettirmesiyle birlikte, doğanın o tarifsiz güzelliğine şapka çıkarmayı da ihmal etmiyor, direnişini ayakta alkışlıyor. Bu noktada, İlker Berke'nin bu dengeyi ustaca yansıtan görüntülerine bir parantez açmakta yarar var. Berke, Özdemir'in kafasındaki ‘paradoks'u görselleştirirken ahenkle turluyor manzara içinde. Birbirinden lezzetli anlar yakalıyor kamerasıyla, büyük resmi sindirmemize olanak tanıyor ustalıklı çabasıyla.

    Kurmaca bir film olmasına karşın, belgeselvari bir yaklaşımın izlerini taşıyan Yurt, doğaya karşı duyarlılığını hikâye anlatımında aynı oranda yakalayamıyor ne yazık ki. Bize hissettirdikleriyle yetiniyor, karakterin bunaltısını deşifre etmeye yönelik hamlelerden soyutluyor kendini, hikâyeyi karakter özelinde derinleştirmiyor. Bu bir tercih olabilir, ancak bu tercihin doğruluğu da sorgulanmalı kuşkusuz. ‘İlaç' niyetine memleketine giden karakterin buradaki düş kırıklığını anlayabiliyoruz belki, ama öncesini bilmeden bugününü çözmek pek de efektif durmuyor. Yarısında başlayan bir hikâyesi var gibi genç adamın, onu çözümlememize imkan tanıyacak verilerden yoksun. Bu eksiklik, doğal olarak hikâyenin ritmine de etki yapıyor, kimi anlarda kopmalara yol açıyor.

    Gediklerine rağmen filmle görülesi bir sonuca ulaştığını söyleyebiliriz Muzaffer Özdemir'in. Sonrası gelir mi, meselesini çeşitlendirebilir mi bilemeyiz ama Nuri Bilge Ceylan'ı sadece görsel dinamiklerliye değil, hikâye anlatımıyla da örnek almalı diye düşünüyoruz. Özellikle senaryo matematiğine biraz kafa yormasında sonsuz yararlar var...

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top