Ali Özgentürk filmografisinin son işi olan "Görünmeyen" 30. İstanbul Film Festivali ve 18. Adana Altın Koza Film Festivali'nde sınırlı festival seyircisiyle buluştuktan sonra, bu cuma sadece ‘meraklısı' için vizyona girdi. ‘Meraklısına' tanımını kullandım, zira 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti destekleri kapsamında hayata geçirilen film, sadece 3 kopya ile kendisine sinema salonlarında ite-kaka yer açmış görünüyor.
Tarihi, gerçek bir kişiyi, ünlü Macar müzisyen Bela Bartok'u merkezine alarak şekillenen film, 1930'ların halen muhafazakar ve bir o kadar paranoyak Türkiye portresini de kendisine fon olarak seçiyor. Avrupa'da Nazilerin gittikçe güçlendiği ve savaş çanlarının iyiden iyiye çalındığı 1936 yılında, Musevi olmadığı halde ülke yönetimine muhalif tavırlarıyla bilinen Bela Bartok, Fransa'da katıldığı bir davette tesadüfen Türkçe bir türkü işitir; hem de bir kadının sesinden. Duyduğu ezginin peşinden esas kaynağa giden Bartok, kendisini kıraç Anadolu topraklarının ortasında çekingen Anadolu köylüsünden türkü kaydı toplarken bulur. Fakat Almanlardan hiç hoşlanmayan bu ‘gavur' müzik adamının Türkiye'de elini kolunu sallayarak dolaşmasına kraldan çok kralcılar elbette izin vermeyeceklerdir. Köylerde müzik öğretmenliği yapan Ekrem Kıraç, Bartok'un gezisine rehberlik ederken, istihbarat birimleri Erol Soykan'ı da peşi sıra müzisyenin ardına takarlar. Kendisi de aslında bir müzisyen olan Soykan, Bartok'un bu gezideki 'danışmanı' olur. Fakat birçok güzel kayıt toplamış olsa da Anadolu seyahati Bartok'un beklediği kadar yeni umutlara gebe değildir...
Hikayede ve senaryoda tek başına imzası olan Özgentürk, Bela Bartok'un bu gezisini ve seyahatleri boyunca yaşanan kurgusal hikayeleri çerçeve bir öykünün içine alarak anlatmayı tercih etmiş. Çerçeve öyküde birbirine aşık Recep ve Ebru, Recep'in ailesini ziyaret etmek için yollara düşüyorlar, hikaye bu ki, her ikisinin de dedesinin yolları neredeyse 70 yıl önce Bela Bartok'un Anadolu seyahati nedeniyle kesişiyor. 1936'da dedelerin yaşadıklarını, 2010'dan geriye dönerek, torunların ‘neler olup bittiğini' anlama çabası sayesinde öğreniyoruz. Kurgu bu anlamda başarılı; yarı hafiye, yarı belgeselci bir tavırla kotarılan 1930'lar şematik kalan bazı sahnelere rağmen kendisini seyrettiriyor. Özellikle görüntü yönetmenliği ve kullanılan teknik o dönemin havasını vermeyi başarıyor. Fakat günümüzde geçen bölümlerde, gerek yer yer aksayan oyunculuklar, gerek olayların anlaşılamamasının fazla uzatılması seyirciyi yoruyor; dört gözle Bela Bartok'un sahnesinin gelmesini bekliyorsunuz...
Oyunculuklardan bahsetmek gerekirse bence filmde rolünün en çok hakkını veren isim şüphesiz ki Bartok'u canlandıran Udo Kier. Kier yüksek bir performans ile Anadolu'ya türkü biriktirmeye gelen Bela Bartok'un bütün naifliğini ve sanatçı ruhunu inandırıcı kılmayı başarıyor. Vizyonda en son Bir Zamanlar Anadolu'da ile seyrettiğimiz Muhammet Uzuner ise filmin ikinci en iyi performansı. Recep'in dedesi Ekrem Kıraç'ı canlandıran Uzuner, dönemin her solcusunun yaşadığı ‘komünist' tedirginliğini, hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini fark edince ‘artık ne olursa olsun' umursamazlığı ile birleştirmeyi başarıyor. Filmin düğüm noktası olan Erol Soykan'a yani Gürgen Öz'e gelince... Gerek sinemada olsun gerek televizyonda, çoğunlukla komedi yapımlarında ve haşarı rollerde izlemeye alışık olduğumuz Öz, Görünmeyen'de oldukça ciddi, üstleri gibi paranoyak ve başa bela bir devlet görevlisini rolünü üstleniyor fakat oyunculukta Muhammet Uzuner'e karşı yer yer müsamerevari bir tarz sergiliyor. Sert olmaya çalıştıkça gülünçleşen bir hali var Erol Soykan'ın ve oyuncunun kendisi nedense Erol Soykan ve benzeri devlet görevlilerine, diplomatlara inanmayan bir oyunculuk sergiliyor. Tam "bu sahne başarılı" dediğinizde bir mimikte, bir bakışta, bir şeylerde olmamışlık, oturmamışlık seziliyor. Gençleri canlandıran Hakan Eratik rolünün gereklerini mümkün mertebe yerine getirirken, Sezen Aray'ın şehirli Ebru performansı özellikle filmin kırılma noktasından sonra inandırıcılığını kaybediyor.
Film müzisyenleri temel alan bir yapım olunca, müzikler de ön plana çıkıyor şüphesiz. Aytuğ Yargıç filmin ara müzikleri ile Bartok'un peşinden koştuğu ezgileri dengelemeyi başarmış. Filmin jeneriğinde yer alan listeyi özellikle incelemeye değer görüyorum.
Nihayetinde, yaşanmış bir hikayeden ve Ali Özgentürk'ün dedesinin günlüğündeki bir sayfadan yola çıkılarak kurgulanmış bir film var karşımızda. Tarihe dair kısmen belgeselci bir anlatımla, bir cinayet öyküsü çevresinde kurgulanan film kimi mantık hatalarına, inandırıcılıktan uzak bazı oyuncu performanslarına ve karikatürize tiplerine rağmen, başta söylediğim gibi meraklısına kendisini seyrettirebilecek bir yapım. En azından daha önce hiç adını duymadıysanız Bela Bartok'u araştırmak için geçerli bir neden. Ayrıca, Ahmet Mertik'i birkaç sahneyle de olsa beyazperdede yeniden seyretmek keyifli...