Hesabım
    Geçmişin İzleri
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Geçmişin İzleri

    İçsel savaşlarımız biter mi?

    Yazar: Melis Zararsız

    Bu hafta vizyonda iki başarılı ve sevilen oyuncunun başrollerini paylaştığı, dram türünde, etkileyici bir film var: Geçmişin İzleri. Gerçek bir yaşam öyküsünden beyazperdeye aktarılmış olan filmde İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon çalışma kampında esir olan İngiliz mühendis Eric Lomax’i Colin Firth, geç bir yaşta büyük bir aşkla evlendiği fedakar karısını ise Nicole Kidman canlandırıyor. İki oyuncunun da performanslarının, filmin etkileyiciliğinde büyük payı olduğunu söylemek gerek.

    Dram türü dedik ama film, bir yandan farklı bir aşk hikayesinin üstüne gidecek gibi yaparken öte yandan soğuk bir savaş filmine evrilebiliyor. Zira filmde oldukça fazla zaman atlamaları ve birden fazla hikayeyi birbirine ören bir dramatik yapı sözkonusu. Bu hikayelerle birlikte aslında filmin psikolojik gerilim öğeleri taşıdığını da söyleyebiliriz.

    2012’de hayatını kaybeden Lomax’in son anlarını görüyoruz önce kısacık, ve derhal 1980’e dönüyoruz. 60 yaşlarındadır Lomax, İngiltere’nin kuzeyindeki şehirlerden birinde tek başına yaşamakta olan bir savaş gazisidir, savaş gazilerinin biraraya geldiği pub’da vakit geçirirken, bir yandan trenlere, demiryollarına karşı neredeyse saplantılı bir hayranlık duymakta, trenlerle ilgili her türlü bilginin peşinden gidip, elinden düşürmediği defterinde tren saatleriyle ilgili çizelgeler hazırlamakta, o ana kadar anladığımız kadarıyla bir savaş gazisi olmanın yükünü bu şekilde sırtlamaktadır.

    Yine demiryollarının belirli parçalarıyla ilgili araştırma yapmak adına bindiği trenlerden birinde, oturduğu kompartmanı paylaştığı Patti’ye aşık olan, halbuki savaşta yaşadıklarından dolayı uzun yıllardır yaşam sevinci kaçmış biri olan Eric Lomax, Patti ile mutlu bir şekilde evlenir ama savaş sonrası travmaları hayatlarını etkileyecek derecede ortaya çıktığında ikiliyi zor günler bekleyecektir.

    Film flashbackler yoluyla bir yandan Eric’in 1980 yılındaki psikolojik durumunu ve Patti’nin çaresizce buna şahit oluşunu gözler önüne sererken, diğer yandan bizi savaşın tam ortasına koyuveriyor, hem de acımasızca! Avusturyalı yönetmen Jonathan Teplitzky işkence sahnelerini, filmin genel yumuşak yapısının içinde şaşırtıcı bir sertlikte vermeyi tercih etmiş. 1942 yılında Burma demiryolu hattında Japonlara esir düşmüş bu genç mühendisin yaşadıkları ve gördüğü eziyetler filmin en etkileyici sahnelerini içeriyor. Sinematografik açıdan savaşın sürdüğü dönem görüntülerinin sahiciliği, filmin belki de en güçlü taraflarından biri.

    Filmin en büyük handikapı, bu gerçekten yaşanmış hikayede birbirinden farklı yerlere konabilecek derecelerde önemli konuların olması belki de. Yönetmen adeta tüm bu önemli konuları filmine aktarmak ve hiçbirşeyi atlamamak isterken, odak noktasını kaybetmiş. Filmin odağı savaş sonrası travmasının bir insanı soktuğu durum mu, intikam duygusunun getirdikleri mi, savaşın acımasızlığı mı, bir kadının fedakarlığı mı yoksa affetmenin erdemi mi… Tüm bunlara eşit derecede önem vermek isterken yönetmenin atladığı aslında karakterlerin derinlikleri olmuş.

    Elbette Eric Lomax, üzerine en çok titrenen karakter olmuş fakat örneğin hayatında – ve bu hikayede- çok büyük bir yeri olan Patti’nin kişiliği maalesef yetersiz resmedilmiş. Bu Nicole Kidman’ın oyunculuğuyla ilgili bir mesele değil, Kidman, Patti karakterini son derece başarılı bir şekilde üzerine giymiş, fakat elindeki senaryoda yeterince üstüne düşülmemiş bir çözümleme var besbelli. 50’li yaşlarında, Lomax’den etkilenip onunla evlenen ve ömrünü ona adayan bu kadın aslında kimdir, genel anlamda nasıl bir kişiliğe sahiptir kısmı eksik kalmış.

    Savaşı resmederken yönetmenin yaşananlara yanlı bakışını da farketmemek mümkün değil. Tüm savaş filmlerinde dikkat ettiğimiz bir noktadır, savaşta iki taraf ta eşit derecede resmedilmekte midir? Yoksa bir taraf acımasızken diğer taraf mağdur olarak mı sergilenmektedir… Geçmişin İzleri bu anlamda sürekli İngilizlerin bakış açısına yer vermiş ve İngiliz askerlerin ne kadar mağdur olduğunu göstermiş.

    Geçmişin İzleri’nin finali de, filmin bütünündeki o sert, soğuk, neredeyse belgesel tadındaki savaş görüntüleri ve yıkık bir insanın travmalarına karşılık gelecek kadar etkileyici değil. Aslında bir kişisel gelişim dersi niteliğinde intikam duygusunun törpülenişi ve affetmeyi öğreniş var bu hikayede, fakat bu öyle ağır, öyle derin ve hassas bir mesele ki, izleyiciyi sarsacak bir finale dönüşmemesi de yönetmenin sinemanın büyüsünü gerektiği gibi kullanamamasında saklı maalesef. O çok derin affediş, öyle sönük, öyle hafif kalmış ki, finalde film bütün gücünü yitirmiş adeta.

    Başarılı oyunculuklar (Stellan Skarsgaard, Hiroyuki Sanada), gerek İngiliz kırsalında gerekse savaş zamanlarının geçtiği Tayland’daki muhteşem görüntüler, gerçek bir hikaye olması ve bunun gibi daha bir çok güçlü faktör dolayısıyla izlenmesi gerektiğini düşündüğüm bir yapım Geçmişin İzleri, sadece çok daha etkileyici bir film olacağı yerde bazı fırsatların kaçırılmış olması üzücü. Haftanın en güçlü filmlerinden.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top