İncelikli bir yönetmenlik becerisi...
Yazar: Murat ÖzerEric Rochant’ı, henüz 28 yaşındayken çektiği ilk filmi “Acımasız Dünya” (Un Monde Sans Pitié) ile hatırlamaya devam edeceğiz belli ki, her ne kadar son çalışması “Karanlık Şerit” (Möbius) adlı filme kendimizi yakın bulsak da. Hippolyte Girardot’nun mükemmel performansıyla da şahlanan “Acımasız Dünya”nın arkasına eklemlediği filmleriyle bir türlü o beklenen sıçramayı yapamayan Rochant, 2006’dan bu yana beyazperdeden de çekilmiş, kendisini televizyon dünyasına hapsetmişti. Yedi yıllık aradan sonra salonlara konuk olan “Karanlık Şerit” ise yönetmenin barutunun tükenmediğini gösteren bir çalışma bize sorarsanız.
Finans dünyasının acımasız çarklarını idare edenlerin karanlık ilişkilerini genel çerçeveye yerleştiren film, bu resmin merkezineyse tam anlamıyla ‘olacak iş değil’ tadında bir aşkı oturtuyor. Bir Rus casusu ile bir finans spekülatörü arasındaki bu aşk, hikâyenin gidişatı içinde doğal olarak bir gerilim unsuruna dönüşüyor ve ikilinin hayatlarını riske atan bir seçim olarak kendini gösteriyor. Monako’da hayat bulan hikâye, kentin olanca ‘zenginliği’ni de bir karakter olarak kullanmayı başarırken, bu ‘ışıltı’ içinde karanlık bir atmosfer kurmanın da üstesinden geliyor. Baştan sona tekinsiz bir havayı soluyan, ama bunu ‘korku’yla yaşamak yerine ‘cesaret’le anlamlandıran ikilinin serüveni, devasa bir ‘komplo’nun piyonları haline getiriyor onları. Aşkın karşı konulmazlığı karşısında teslim bayrağını çektiklerindeyse, piyon olma durumlarının bir tür ölüm kalım savaşıyla yer değiştirdiğine tanık oluyoruz. Diğer karakterlerin iyi ya da kötü olmalarının ötesinde, ‘aşkın masumiyeti’ni köşeye sıkıştırmaları eziyor başkarakterleri. Onlar da pek masum değiller aslında, masum olan sadece aşkları. İkisi de ‘günahlar’a boğulmuş bir hayatın içinden gelip tutunuyorlar bu aşka. Ve bu günahlarını beraberlerinde taşımayı da sürdürüyorlar.
“Karanlık Şerit”, melez bir film atmosferine sahip olmasıyla da dikkat çekiyor. Meselenin aşk mı, finans sektörü mü, casusluk mu, yoksa mafya ilişkileri mi olduğu konusunda net bir fikir yürütemiyoruz, ama bunun gerekliliğine dair de bir sonuç çıkmıyor ortaya. İzleme süreci boyunca kafamızı yoracak bir durum değil bu zira. Jean Dujardin ve özellikle Cécile De France, tehlikenin göbeğinde ‘âşık kalmak’ gibi zor bir işin altından kalkmaya çalışan karakterlerini inandırıcı kılmayı başarıyorlar. Dediğimiz gibi, Cécile De France’ın bir adım daha öne çıktığını ve hikâyenin ritmini belirlediğini iddia etmek mümkün. Aktris, çalışmasıyla klasik casus filmlerine de göz kırpan Eric Rochant’ın en büyük yardımcısı burada. Merkez karakter olmanın bütün gereklerini yerine getiren kompozisyon çalışması, Jean Dujardin’i de yukarı taşıyor ve iyi bir ikili olmalarının önünü açıyor.
Kaçırılmayacak bir film mi “Karanlık Şerit”, değil, ama son derece incelikli bir yönetmenlik becerisinin varlığından söz edebiliriz rahatlıkla. Eric Rochant, elindeki malzemeyi ayrıntıları atlamadan, aceleye yer vermeden ve atmosferi zedeleyecek hamlelerden kaçınarak değerlendiriyor, bir bütüne ulaştırmayı başarıyor. Uluslararası oyuncu kadrosunu da gayet iyi idare ettiği de aşikar, ki bu kadronun ağır topu Tim Roth’un bir Rus ‘işadamı’nı canlandırması da manidar bir tercih olarak dikkat çekiyor!