sinemanın yükselen değeri Mads Mikkelsen den süper bir oyunculuk
Orijinal ismi ‘Michael Kohlhaas’ olan film, Alman yazar Heinrich Von Kleist’ ın romanından uyarlanmış. Filmle ilgili kritiklere geçmeden önce, bu eserin Türkiye’de neden ‘Adalet İçin’ adıyla vizyona gireceğini düşünüyorum. Anlaşılan o ki, düz bir mantıkla, son dönemde Türkiye’de yaşanılan ‘adalet’ sorununa dikkat çekilmek istenmiş. İsmin bu kadar realist bir bakış açısıyla kör göze parmak gibi verilmesi ilginç. Dünyanın en iyi romancılarından Franz Kafka’ nın ‘“bu roman ne zaman aklıma gelse gözyaşlarıma hâkim olamıyorum” diye açıkladığı ‘Michael Kohlhaas’, Avrupa tarihinin ‘adalet’ adına yaşadığı en büyük dramı anlatıyor.
Konuyu Marx’ ın ‘Yabancılaşma’ olgusuna göre değerlendirelim. Kendi ülkesine, toplumuna, sistemine, adaletine yabancılaşan Kohlhaas, derebeylikle yönetilen bir toplumda ‘at tüccarlığı’ yaparak yaşamını sürdürmektedir. Ortaçağ Fransız toplum yapısını derinlemesine gördüğümüz kareler, karakterimizin dürüst yaşamı için fazlaca gerçek kalıyor. Dürüstlük insanlık tarihinin en büyük erdemi iken, burjuva toplumunda var olan ‘para kimdeyse güç ondadır’ mantığı Kohlhaas’ ın korkulu rüyası haline dönüşüyor. Tüccarlığı sırasında atların taşınması ile ilgili bir bölgede ‘rüşvet’ vermeye zorlanmasından sonra, inatla istenilen ücreti vermemek adına direnen Kohlhaas, sonunda ‘kanunda bu paranın yeri var’ yalanıyla kandırılarak parası ve uşağı elinden alınıyor. Uşağına zulmeden bu taşra canavarlarını mahkemeye verip, elinden alınan parasının iadesini talep eden Dürüst At Tüccarı’ nı öylesine karanlık bir dönem bekliyor ki, insanın kanını donduran sahneler işte bu andan sonra karşımızda. Araya konulan hatırı sayılır adamlar sayesinde dava reddediliyor. Kohlhaas kendisine karşı işlenilen suçun cezasız kalmasına sinirlenip Prensesle konuşmak için saraya gitmenin hazırlığını yaparken, karısının ‘sanırım saraya ben gitsem daha iyi olacak’ cümlesi, olayların başladığı asıl noktayı oluşturmuş. Saraya canlı giren kadın, öldürülerek eşine teslim edilir. Prenses ‘bu işin peşini bırak, yoksa sen de karın gibi olursun’ algısı, bir ülkeyi baştan sona yakıp yıkan bir savaşı başlatır. Kohlhaas, önce kendi adamlarını silahlandırıp ormana gider ve bir gerilla savaşına girişir. Daha sonra ülkenin dört bir yanından sistem tarafından ezilen köylüler Kohlhaas’ın ordusuna katılır. Prenses yapılan savaşlarda yenilerek zor duruma düşer ve kendi ülkesine yabancılaşan Kohlhaas ile anlaşmak istediğini belirtir. Anlaşmaya göre alınan tüm paralar iade edilecek, atların zararı karşılanacak ve Prensese karşı savaşan herkese hakkı verilip, savaşanlar affedilecektir. Bu sözlere inanan karakterimiz ordusunu dağıtır, sarayla anlaşmak için masaya oturur. Fakat ‘yöneten sınıf’ yalan söylemiştir.
michael-kohlhaas
Yönetmen Arnaud Des Pallières yukarıda anlattığım olayları işlerken, karakterin aile hayatını düzenli biçimde göstermeye özen göstermiş. Öyle ki, bir at tüccarının ‘adalet’ arayışına girişmesi filmi izleyenler için sürpriz oluyor. Pasif, sessiz, çekingen Kohlhaas’ ın yaşamı, ailesine karşı işlenen suçtan sonra bambaşka şekillenmiş. Romana sonuna kadar sadık kalan senaryoda son sahnedeki karakterin çaresizliği çarpıcı biçimde aktarılırken, yönetmenin olayı fazlaca basite indirgediğine şahit oluyoruz. Prensese kafa tutan, yerleşik sistemi yok etmek için yola çıkan karakterin son bölümde biraz daha cesur gösterilmesi filmi izleyenler için etkili bir final olurdu. Mads Mikkelsen, Bruno Ganz, David Kross, Sergi López, Amira Casar karakter analizlerinde sonuna dek başarılılar. Mads Mikkelsen’ın mükemmel ‘Michael Kohlhaas’ yorumu karşısında oturduğumuz koltukta adeta çivilendik. Mikkelsen, Süreç içinde değişim gösteren bir insanın ruh halini öylesine derin analizlerle oynamış ki, karakterin her cümlesi ayrı bir anlam kazanmış. ‘Bu savaşı annem öldürüldü diye mi başlattın’ diye soru soran çocuğa ‘hayır’ cevabını verirken, ‘evet şimdi gerçek bir halk isyanını izliyoruz’ mesajı beynimize kazındı.