Nezih Ünen geçen sene Anadolu'nun Kayıp Şarkıları ile yüreklerimizde şarkılara, türkülere, Anadolu'ya geniş bir yer açmıştı. Yedi yıllık bir çalışma vardı şarkıların ardında. O yüzden çok sevildi, takdir edildi. Aslında yönetmenlerden beklediğimiz, başladıkları yolda devam etmeleridir. Ani değişimlere alışkın değiliz pek. Özer Kızıltan , Takva'dan sonra Beni Unutma'yı çekince nasıl şaşırdıysak Nezih Ünen ismini Mavi Pansiyon'da görünce o derece şaşırdık sanırım!
Mavi Pansiyon, biten evlilikler, kariyerler ve yaşam alışkanlıkları sonrasında soluğu Bodrum'da alan bir avuç insanın yaşadıklarını anlatıyor. Evet günümüzde her şeyde bir değer kaybı, başkalaşım yaşanıyor ama bu konunun üzerine üşüşmek de aynı derecede bir kayıp hali bana göre. Bu dünyayı bitirdik, başka dünya bulalım hali aynı uzantılar içinde ne kadar mümkün, tartışılır. Mavi Pansiyon'a nasıl dahil olacağımı bilemediğim için önce içeriden bakmayı denedim. Zaten yönetmen, kadın ve erkek için özdeş karakterler koymuş ortaya. İstediğinizi alıp ona bürünebilirsiniz...
Aslında Ünen, filminde herkesi anlama derdine düşüyor, insanlar arasındaki katmanları kaldırmayı deniyor. Herkese küçük fırça darbeleriyle büyük değişimler yaratma derdine düşüyor. Konu klasik. Herkesin kalp kırıklıklarını bir diğerinde yapıştırmayı isteme hali, daha fazla kırıklık yaratıyor. Aslında öykü iki kadın ve bir erkek üzerinden gitse (kendi adıma feminist çizgiden kayış) daha gerçekçi olacak sanki, ortaya ayrı tellerden saçılmış karakterler filmin yoğunluğunu bozuyor, habire yeni baştan sarıyoruz filmi... Film bizi gerçek aşka ulaştırma derdine düştükçe daha da uzaklaşıyor. Bahar ve Esra'nın Ahmet'e olan meyillenmeleri, adamın "aşka inanmıyorum!" nidalarıyla kafamıza kazınıyor. Ve ben aşkı sorgulamanın bir kez daha anlamsız olduğunu görüyorum.
Mavi Pansiyon, değişen durumlara göre aşk grafiği yükselen ve alçalan bir pansiyon haline geliyor, yani toplu olarak gel-git yaşanıyor pansiyonda. Yönetmenin araya sıkıştırdığı kısa filmciler hikayesi ise gerçeklikten çok uzak. Ben tatil modunda film çeken kısa filmciler görmedim ama maceracı gençler gördüm. Kısa filmcileri anlamadığımdan değil, bilakis onlarla çok içli dışlı olduğumdan, oyuncu bulamamaları, doğru anı bekleme gibi halleri zorlama geldi, aynı şekilde Alamancı ve ortalıkta özgürlük abidesi gibi dolanan karısı da... Ünen, filmdeki kadınlara bir fırsat sunma derdinde gibi ama bu işten kazançlı çıkan erkekler oluyor yine!
Mekan Bodrum, bir de Gümüşlük olunca elbette görsel açıdan bir seyir zevki oluyor ama Mavi Pansiyon'un etrafında köpek balığı gibi çember çizmekten başka mekanlara pek de uzanamadık ne yazık ki! Hatta filmi izlerken kadehler arasında habire dibe vuran karakterlerden dolayı, bu kadar depresif yaz tatili görmedim, demeden de edemedim!
Oyunculuklar üzerine bir iki şey söylemek gerekirse Esra'yı oynayan Özlem Tekin hippi kadın kıvamına bayağı oturmuş durumda. Nerede rahat, spiritüel bir rol varsa hepsini sırtlanmaya yeminli olan Tekin, filmin en rahat oyuncularındandı! Fadik Sevin Atasoy'un gözleri kapalı piyano çalmasına bayıldım ama Yunus Güner biraz duruş oyunculuğu sergilemiş bana göre.
Sonuçta şehirden kaçan, kaçma imkanı olan ve buna rağmen kaçtığı yerdeki ‘şehir ortamı batağına' saplanan bir avuç insanın küçük denizde boğulmama çabaları diyebiliriz bu film için. Ama bu çabaların bize nasıl yansıdığı önemli tabii. Konu günümüzü anlatmaya soyunsa da, Ünen'i doğal olanın peşinde görmek bizi daha mutlu edecek sanırım!
banubozdemir@gmail.com