Hesabım
    Ölümün Sesi
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Ölümün Sesi
    Yazar: Murat Tolga Şen

    Acı ama gerçek; Korku/gerilim türünün yakıtı Kuzey Amerika' da tükeneli çok oldu. Yapılacak ne varsa yaptılar, yetmedi bu kez de tiridinin suyu bile olamayacak remake'leri çektiler ve elde avuçta ne varsa bitirdiler. İlgimi çeken tüm örnekler, İspanya, Uzakdoğu, Meksika, Fransa gibi ülkelerden... Bu aralar nasıl derseniz, İspanyollar hep duygusal, Uzakdoğulular hala uzun saçlı kız peşinde ancak neyse ki Kuzey rüzgarları esiyor ve Avrupa'nın en soğuk iklimlerinden nefis filmler geliyor.

    2008'de izlediğimiz Gir Kanıma (Låt den rätte komma in), gerilim-korku türüne yeni bir soluk getirdi ve hemen fena olmayan bir Amerikan remake'i bile yapıldı. İsveç/Norveç ortak yapımı Ölümün Sesi (Babycall) da onun kadar olamasa da yine soğuk iklimin tenhalaştırdığı insan yüreklerini titretecek denli güçlü bir hikaye izletiyor.

    Babycall 1960 doğumlu Norveçli yönetmenin filmografisindeki dördüncü uzun metraj film. Daha önceki filmleri sırasıyla; Budbringeren (Junk Mail, 1997), Amatorene (You Really Got Me, 2001) ve Kapı Komşusu (Naboer) (Next Door, 2005). Bir önceki filmi Naboer ülkemizde de gösterime girmiş, sonrasında DVD olarak piyasaya sürülmüş ve izleyenlerden olumlu tepkiler almıştı.

    Kahramanımız Anna, şiddetsever kocasının zulmünden kaçıp devlet desteğine sığınarak 8 yaşındaki oğluyla birlikte Oslo'da kimsenin bilmediği bir eve taşınıyor. Şiddet gören sadece Anna' da değil üstelik... Oğlu Anders de payına düşeni almış ve babası tarafından boğulmaya çalışılmıştır. Annelik içgüdüleri haklı sebeplerden dolayı sürekli alarm veren Anna oğlundan bir saniye olsun ayrılamamak gibi bir takıntı geliştirir. O uyurken sesini duyabilmek için bir bebek mikrofonu (Babycall dedikleri bu işte) alır. Buraya kadar her şey normal, gelin görün ki bir süre sonra oğlunun odasından sadece onun nefes alış-verişleri değil başka tuhaf sesler de gelmeye başlar, olaya bir hayali arkadaş dahil olur ve hani "işte film şimdi başlıyor" dedikleri duygu var ya, seyirci olarak onu duyumsar ve merakla perdeye bakarız. Baktığımızla da kalırız!

    Çünkü Babycall nefis bir şekilde oluşturduğu ve tırmandırdığı öyküyü bir yerden sonra o Nordik duygusuzluğa teslim ediyor. Favori yönetmenlerimden Álex de la Iglesia buna benzer bir hikayeyi yıllar önce İspanyol seyircilere teslim etmişti. Aslında Películas Para No Dormir: Cuento De Navidad (TV) serisinin bir filmiydi; La habitación del niño / The Baby's Room. Orada da genç bir çift yeni doğan bebelerinin odasına bu cihazlardan birini alıp binbir türlü belayla muhattap oluyordu. Avrupalı örnekleri birbirine kırdırıyormuş gibi olmayayım ancak bana göre TV için çekilen bu film dehşet duygusunu yükseltmek konusunda Babycall'dan daha üstün. İspanyollarda kendiliğinden gelen duygusallık bir ebeveyn-çocuk korkusu yaratmak için epey yardımcı oluyor.

    Neyse, şu kurak iklimde elimize ilgiye değer çok az film geçerken, yazının şehvetine kapılıp Babycall'u yerden yere vurmamalı... Babycall psikolojik bir korku/gerilim olarak net bir hikaye anlatmak yerine izleyende muğlak fikirler yaratıp onu sürpriz finaline kadar kafasını iyice karıştırarak götürmek niyetinde... "Ejderha Dövmeli Kız" Lisbeth Salander olarak dikkat çeken Noomi Rapace harika oyunuyla bunu sağlamak konusunda epey yardımcı oluyor ama senaryo da bir Zindan Adası (Shutter Island) değil! Finalle açıklanamayacak, boşlukta kalan, bir yere oturmayan çok fazla şey var.

    Yine de korku filmi diye çöpten, çamurdan işlere sarıldığımız şu zamanlarda Kuzey Avrupa sinemasının bu türdeki yükselişini devam ettiren etkileyici bir örnek Babycall... Kusurlarına rağmen, es geçmenin mümkün olmadığı bir film. Senaryodan ya da kurgudan kaynaklanan kimi eksiklikleri hoşgösterecek kadar güçlü bir oyunculuk ve orijinal olmamasına rağmen çarpan bir dramı var. Uç noktalarda bir ebeveyn – çocuk ilişkisi seyirliği... Psikolojik gerilimleri seven herkesin mutlaka görmesi gerek...

    murattolga@gmail.com

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top