Biz bu deneyimi daha önce yaşamıştık...
Yazar: Kaan Karsan1992 yılında Baraka ile halen televizyonlarda dönüp duran büyüleyici bir belgesel yaratan Ron Fricke, yaklaşık yirmi sene sonra yaptığı Samsara ile –beklenmedik bir şekilde- geri dönüyor. Yirmi yıldır kameranın arkasına ‘yönetmen’ sıfatıyla geçmeyen Fricke, Baraka’da izlediği yöntemin aynısını izleyerek ‘etnik’ bir müzikal altyapıyla şahane fotoğrafları bir slayt-şov haline getirip, benzer bir tat tutturmanın peşinde…
Ron Fricke’nin beş yıllık bir süre boyunca, beş kıtaya dağılmış yirmi beş ülkeyi 70 mm’lik bir filme alarak daha sonrasında ‘sessiz’ olarak kurguladığı filmi Samsara, öyküye bağlı bir akışa ya da enformatif bir yapıya sahip değil. Filmin öncelikli amacı ‘gezelim, etkilenelim’ türevi bir his yaratarak görüntülerin büyüsüne boğmak ve işi bir tür sinema ötesi deneyime dönüştürmek. Baraka’ya da yol gösteren bu formülün bir kez daha uygulanıyor olması, hiç şüphe yok ki, Baraka’nın zaman nezdindeki ‘direnen’ başarısından ileri geliyor. Samsara açıkça “bir film değilim; birçok his ve bir tecrübeyim“ diyor.
Samsara, her biri bir bilgisayar arka planı olabilecek fotoğraflarıyla ve duygudan duyguya sıçrayan kurgusuyla bir anlamda empresyonist bir tavır takınıyor. Ron Fricke, daha önce de yaptığı gibi, fotoğraflara karşı edindiği kendi duyumsamalarını izleyiciye geçiriyor. Bu sessizliğin üzerine örülen müzikal doku da eserin işitsel yönünü tamamlıyor. Hiçbir anında bir sürekliliğe kavuşmayan belgesel, daha çok içinde yaşadığımız dünyanın tuhaflığına, güzelliğine ve ‘güzel çirkinliğine’ atıfta bulunuyor. Görüntülere hiçbir ekleme yapmayan, fakat kompozisyon başarısıyla takdiri hak eden Ron Fricke, belli ki bir evladı olduğu yeryüzüne pek çok güveniyor.
Lakin asıl sıkıntı yine Ron Fricke’nin kendi filmografisinden çıkıp baş gösteriyor. Zira yönetmenin 1992 yılında yaptığı Baraka, tümüyle aynı yöntemi izleyerek büyüleyen ve her on yılın görsel iştahsızlığını doyuracak türden bir eser. Fricke bir yerde Baraka’nın karbon kopyasını yaparken daha önce ispatladıklarını ispatlıyor; gösterdiklerini gösteriyor; hali hazırda hissettirdiklerini hissettiriyor. Sadece bu açıdan bile Samsara’nın ‘taze’ bir tecrübe olduğunu kabul etmek pek kolay değil. Ezcümle, görsel sihir, zamanında Baraka’nın kapattığı iştahsızlığın önüne geçemiyor ve Samsara ‘biz bu filmi daha önce görmüştük’ duygusu uyandırıveriyor.
Filmin adı olan Samsara, bir döngünün karşılığı… Doğum, yaşam, ölüm ve yeniden doğum döngüsü, Uzak Doğu kültüründen hem hızını hem de tekniğini alarak çeşitliliğe rağmen etnik ve oryantalist bir duygu oluşturuyor. Ron Fricke de görüntülerin kendi başlarına konuştuklarını düşünerek çektikçe etkileniyor; etkilendikçe çekiyor. Birçok açıdan Samsara’nın Türkiye’de gösterim şansı buluyor olmasının büyük bir önemi var. İçinde insan sesini bir an olsun duyamayacağınız bir belgeseli sadece deneyselliğin gücü adına bile misafirperverlik ile karşılamalıyız. Ancak daha önce Baraka sayesinde geçtiğimiz yollardan geçerken aynı şekilde etkilenmeyeceğimiz bilgisini de cebimize koymamız gerekiyor. Samsara, akıllarda yer etmektense Baraka’yı anımsatıyor; onu tekrar görme isteği uyandırıyor.