Orta bütçeli bir genel seyirci eğlenceliği...
Yazar: Oktay Ege Kozakİlk olarak belirmeliyim ki Non-Stop, benzeri bir konuya sahip olan Jodie Foster’lı Uçuş Planı kadar gülünesi ve sinir bozucu bir deneyim değil. Her ne kadar iki film de tamamen uzun birer uçak yolculuğu sırasında geçen, abartı birer konu önerisine sahip olan gerilimler olsa da, Non-Stop’un hikaye elementleri ve teknik yapısı kesinlikle aynı oranda absürd değil.
Aslına bakarsanız Non-Stop neredeyse baştan sona ilgi çeken, heyecanlı ve (bir Hollywood stüdyo filmi için) akıllı bir ‘yolculuk’ sunuyor ve sadece son on dakikasında biraz yerle bir oluyor.
Liam Neeson’un karizmatik aksiyon yıldızı rönesansı Non-Stop ile devam ediyor. Canlandırdığı uçak mareşali Bill Marks karakteri, Neeson’un The Grey’deki gizemli bir geçmişe sahip olan sorunlu ruhu ile Taken’daki ‘özel yeteneklere sahip’, keskin odaklı, kızını kaçıran adamların kemiklerini kırmaya bayılan baba karakterini bir araya getiriyor.
Non-Stop’un açılış sekansı Bill'i ABD’den Londra’ya yolculuk yapacak uçağa binmeden önce aşırı oranda alkol tüketirken gösteriyor. Neeson’u Unknown’da da yönetmiş olan Jaume Collet-Serra, Bill’in alkolizmini bol bol sallanan kamera ve "rack-focus" efektleri ile Robert Zemeckis’in muazzam melodraması Flight’tan bile daha ağırbaşlı bir biçimde göstermeyi başarıyor.
Her ne kadar karakterin alkolizminin görsel betimlemesi bariz olsa ve geçmişi hakkındaki sürpriz baştan tahmin edilse de, bir tür filminin gerilim ve cinayetler başlamadan önce karakterlerini azıcık bir beceriyle de olsa inşa etmeye çalışmasını takdir etmek lazım. Özellikle Non-Stop’ta olduğu gibi filmin dış çatışması ana karakterin iç çatışması ile birleştirilirse...
Uçak havalandıktan kısa bir süre sonra Bill’in işi iyice zorlaşıyor, çünkü aynı uçakta olduğunu iddia eden kimliği belirsiz bir terörist banka hesabına 150 milyon dolar yatırılmazsa her yirmi dakikada bir yolculardan birini öldüreceği tehtidinde bulunuyor.
Bu noktadan sonra oluşan Agatha Christie usülü gizem çoğunlukla akıllı ve ilgi çekici sürprizlerle dolu. Bazı konu elementleri seyircinin mantık seviyesini bayağı zorlayacaktır (ilk cinayetin oluşabilmesi için gizemli teröristin Matrix’deki kahin gibi yeteneklere sahip olması gerektiği mesela...) ama bu denli abartılı fikre sahip bir gerilimden bu tür zoraki gelişimler de bekleyebiliriz...
En azından Non-Stop saçma anlarını yeterince yaratıcılık ve enerji ile kapatmayı başarıyor. Filmin hızlı montajı yürek hoplatan ritmini yüzeyde tutmayı başarıyor ve senaryo en azından izlenme anında durmadan izleyiciyi merakta bırakıyor, bir de bu şiddetin ardındaki teröristin kimliği ve klişe motivasyonları ortaya çıkaran bayat finali olmasa...
Bir A-sınıfı film yıldızı (Julianne Moore) ve sürüyle tanıdık karakter oyuncusu da cabası...Tabii ki filmin yaratıcılıktan yoksun finali, Neeson hayranlarını sevindirecek, stilize olduğu kadar düz bir kavga sahnesini de sunmaktan çekinmiyor. Konu stilize kavga sahnelerine geldiğinde ise filmin asıl kozu ilk perdeden sonra minnacık uçak tuvaletinde oluşan dövüş. Yönetmen küçük mekanı yaratıcılık ile kullanıyor.
Filmin orta bütçeli bir genel seyirci eğlenceliği olduğunu da hatırlamak lazım. Katilin gerçek kimliğini ve motivasyonlarını öğrenmediğimiz daha "art-house" bir finali tercih ederdim tabii ama Non-Stop gibi bir stüdyo filmi bu tarz bir lükse sahip değil.
Non-Stop gayet eğlendiren ve merak ettiren bir gerilim-aksiyon (hatta aksiyondan çok gerilim var, uyarmak lazım). Haftasonu gerilmek için birebir.