Çağan Irmak'ın Türk sinemasında marka haline gelmiş yönetmenlerden biri olduğu kesin. Bunu da büyük ölçüde Türk seyircisinin duygusal damarını bulabiliyor olması sayesinde başardı. Karanlıktakiler ve özellikle Prensesin Uykusu filmleri beklenen gişeyi yakalayamayınca, bu kez daha Babam ve Oğlum sularına dönmüş gözüküyor. Ancak 12 Eylül arifesinde bir ailenin üç neslini ele alan öyküsü, Türkiye'deki azınlıklar meselesine de el atıyor.
İzmir'in bir kasabasında yaşayan ve aslen Girit göçmeni olan bu ailenin öyküsü, öncelikle 10 yaşındaki Ozan'ın gözünden anlatılıyor bize. Artık bazı şeylere aklı ermeye başlayan Ozan, çevrelerindeki birçok kişi tarafından "gavur" olarak görülmelerini, arkalarından konuşulmasını gururuna yediremiyor. Ozan, "beyaz Türkler"in eğitim ve toplumsal düzeninin içinde büyüyor çünkü (Çağan Irmak'ın filmlerinde en sık karşımıza çıkan temalardan biri şüphesiz). Ailesinden koptuğu, okulda veya arkadaşlarıyla geçirdiği her an o sistemin, o dilin içinde. Gayrimüslimlerin evlerinin camlarını taşlayarak indiren çocukları teşvik eden, hatta (kendilerine sorsanız muhakkak masumane, art niyetsiz şekillerde) kızlarını taciz etmeye bile yönlendiren bir zihniyet bu. Irkçılık o kadar yerleşmiş ki o zihniyete, kullandıkları dilin bile farkında değiller çoğu zaman. Tabii, bazen de tam tersine farkındalar...
Ailesi geleneklerini yaşatmaya çalıştıkça ya da eski günleri yad ettikçe, onlara kafa tutmaya ve "Biz Türk'üz, gavur değiliz!" diye isyan etmeye başlıyor dolayısıyla küçük çocuk. Burada filmin diğer merkezi olan Mehmet Bey, yani Ozan'ın dedesi devreye giriyor. Torununun, geçmişte yaşadıkları acıları idrak etmesi için çaba gösteriyor. Ayrıca onu hoşgörülü bir insan olmaya yönlendiriyor. Dedemin İnsanları, Ozan'ın olgunlaşma hikayesiyle birlikte, Mehmet Bey'in henüz yedi yaşındayken koparıldığı memleketine özlemini ve 12 Eylül darbesiyle beraber ülkede değişen ortamı anlatıyor.
Rolüne pek oturmadığını düşündüğüm Hümeyra dışında bütün oyuncuların son derece başarılı ve doğal performanslar verdiği yapımda, özellikle çocuk oyuncu Durukan Çelikkaya filmi başarıyla taşıyor. Gökçe Bahadır ve Sacide Taşaner de yetişkin kadronun en öne çıkan isimleri kanımca. Çetin Tekindor, büyük oynaması ve şov yapması için yazılmış bir rolü, hakkıyla canlandırıyor tabii ama fazla idealize edilmiş karakterlerin çıkmazından tam olarak kurtulamıyor. Her şeyiyle iyi, noksanız, hatasız ve günahsız biri olarak aslında çok da ilgi çekici bir karaktere dönüşemiyor.
Dedemin İnsanları, genel olarak dinamik rejisi ve oyuncu yönetimiyle takdiri hak ediyor. Fakat Çağan Irmak filmlerinde hep eleştirdiğim bazı zaafları da taşıyor. Irmak, sinemasını ne kadar olgunlaştırmış olsa da yine büyük laflar etme arzusuna yenik düşüyor.
Tesadüfen bu hafta beyazperde.com için hazırladığım bir dosyada değindiğim Mr. Smith Goes to Washington filmi, Dedemin İnsanları içinde de karşıma çıktı. Sisteme isyan eden bir adamın, naif ama güçlü hikayesini anlatır bu Frank Capra başyapıtı. Çağan Irmak'ın isyanı da çok farklı değil belki. Resmi ideolojinin küçük bir çocuğu "gavur" olma kompleksine sokuşuna, beyaz Türklerin bu çirkin yüzüne isyan ediyor; 12 Eylül darbesiyle birlikte ülkenin bir çöküntü sürecine girmesine isyan ediyor; daha küçük ölçekte, beraberce yaşamayı beceremeyen sıradan insanlara isyan ediyor.
Sanki Mahsun Kırmızıgül filmlerinde eleştirdiğimiz bazı hatalara düşüyor Çağan Irmak. Bunların en önemlisi, çok fazla şeyi birarada anlatma derdi. Dedemin İnsanları'nın içinde mübadele var, 12 Eylül var, taşra insanının ikiyüzlülüğü, bir çocuğun büyümesi, anarşist diye tutuklanmış ve gözaltında kaybolmuş aşkını bekleyen yalnız bir kadın, Türk-Kürt kardeşliği mesajları, eşcinsel bir çift var... Kısacası var oğlu var! Ayrıca film bazen Ozan'ın, bazen dedesinin, bazen babasının odağına geçebiliyor. Kısacası dağınık bir hali var. Neyi izlediğimi, filmin asıl derdinin ne olduğunu takip edemediğim anlar olmadı değil... Ayrıca daha teknik bir noktadan bakarsak, çok fazla yerde sahneleri birbirine gereksiz kararma-açılmalarla bağlıyor, sanki bazı zaman ve basit sahne geçişlerini çözememiş izlenimi uyandırıyor Çağan Irmak. Aynı şeyleri Kırmızıgül yapınca çok yükleniyorsak, şimdi Irmak'a tolerans göstermek de doğru olmaz.
Tabii gözardı edemeyeceğim şey, bütün bunların sonunda duygusal bir final bloğuna bağlandığı. Evet, itiraf ediyorum, biraz da ağladım... Irmak'ın en iyi becerdiği şey de bu zaten. Sevdiğimiz karakterler yaratıp onların hikayesini, başlarına gelenleri umursamamızı sağlamak. Bu da az şey değil...