Oğul Miyazaki geçmişin hataları unutturuyor...
Yazar: Ayşegül KesirliGoro Miyazaki ile aramın "Yerdeniz Öyküleri (Gedo senki)" filminden beri pek de iyi olmadığını söyleyebilirim. Belki hatırlarsınız; Ursula K. Le Guin'in, Ruhların Kaçışı (Sen to Chihiro no Kamikakushi) filminin başarısının ardından 2003 yılında Hayao Miyazaki'ye teslim etmeye razı olduğu Yerdeniz projesi, yazara bildirilmeden Goro Miyazaki yönetmenliğinde beyazperdeye taşınmıştı. Le Guin'i oldukça kızdıran bu durum, Goro Miyazaki'nin tecrübesizliğinden kaynaklan problemlerin de etkisiyle projenin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olmuştu. Dahası bu başarısızlık, Yerdeniz serisine gönülden bağlı benim gibi hayranların büyük hayal kırıklığına uğramasına ve Goro Miyazaki'nin kariyerinin ilk adımında çuvallamasına da yol açmıştı.
Tepedeki Ev (Kokuriko-zaka kara), oğul Miyazaki'nin beş yıllık bir aradan sonra imza attığı ikinci film. 1964 Tokyo Olimpiyatları'ndan hemen önce Yokohama'da geçen "Tepedeki Ev," lise öğrencisi Umi ve Shun'ın kampüslerinde yer alan öğrenci kulüpleri binasının yıkımına engel olmak için verdikleri mücadeleyi anlatıyor. Filmin birçok yan öykü ile zenginleştirilen gidişatı, Umi ve Shun'ı bahsettiğimiz mücadeleyi gözler önüne sermek için birer araç olarak kullanmak yerine sahici karakterlere dönüştürmeyi başarıyor. Karakterlerin geçmişlerine dair ayrıntılar ve gündelik hislerini ön plana çıkaran olay örgüleriyle geliştirilen hikaye, izleyenlere sürükleyici bir deneyim vaat ediyor.
Bununla birlikte, Hayao Miyazaki filmlerini süsleyen fantastik öğelerden eser barındırmayan "Tepedeki Ev"in, Goro Miyazaki'nin sinema anlayışının babasından farklı olduğunu açıkça belli ettiğini de söyleyebiliriz. Tetsurō Sayama'nın 1980 tarihli manga serisinden uyarlanan ve senaryosu Hayao Miyazaki ile ortaklaşa yazılan film, Hayao Miyazaki filmlerinin aksine, gerçekçi yanı kuvvetli sıkı bir melodram. Annesinin yokluğunda tüm ev işlerini sırtlayan ve kardeşlerine bakan Umi'nin daha filmin en başında üzerine giydiği ‘cefakar kadın' pozisyonu, Kore Savaşı'nda kaybettiği babasına duyduğu özlem ve Shun'a olan imkansız aşkı ise "Tepedeki Ev"in bir melodram olarak değerlendirilmesini sağlayan en belirgin öğeler.
Goro Miyazaki'nin melodram geleneğinden beslenen tüm bu malzemeleri başarıyla yoğurduğunu ve ortaya zaman zaman yürek burkan, dolu dolu bir film çıkardığını söylemek mümkün. Öte yandan, Goro Miyazaki'nin bu dokunaklı atmosfer içerisinde hala daha ümidini koruyabilmesi ve filmin melodrama boğulan ortamını güneşli deniz manzaraları, ferah mekan tasarımları ve huzurlu insan tasvirleriyle dağıtabilmesi de kendisinin, Hayao Miyazaki filmlerinin iyimser bakış açısından bütünüyle kopmadığının da bir işareti.
Gidişatı etkisi altına alan bu iyimser ruh halinin "Tepedeki Ev"in başarılı bir dönem filmi olmasından kaynaklandığını iddia etmek de olası. 1964 yılının Japonya'sında geçen Umi ve Shun'ın hikayesinin arka planında birçok tarihsel ayrıntı gizli. Filmin Umi'nin babasının hayat hikayesi üzerinden anlattığı olaylar bütünü Kore Savaşı'nın Japonya'ya olan sosyal ve ekonomik etkilerini dile getirmesine yardımcı olmakta. Öte yandan, olayların tam da 1964 Tokyo Olimpiyatlarından önce yaşanması, Umi, Shun ve diğer öğrencilerin eski kulüp binalarını elden geçirme çalışmalarını daha da anlamlı kılmakta. Çünkü 1964 Olimpiyat Oyunları, Tokyo'da toplu taşıma ve ulaşım sisteminden iletişim ağlarına kadar her türlü hayati alt yapının yenilenmesine olanak tanıyan ve savaş sonrası modern Japonya'nın hem sosyal hem politik hem de ekonomik anlamda yeniden doğuşunu simgeleyen oldukça sembolik bir etkinlik. Dolayısıyla, "Tepedeki Ev"de Umi ve Shun'ın içinde bulundukları genç, yenilikçi ve devrimci ruh hali aslında 1964 yılı ve sonrasının Japonya'sı hakkında birçok şey söylüyor.
Goro Miyazaki'nin filminin Olimpiyatlara yaptığı bu vurgu, Londra Olimpiyat Oyunları'nın gündemde olduğu şu günlerde vizyona girmesini de trajikomik bir şekilde açıklıyor sanırım. Oysaki "Tepedeki Ev," başarılı bir melodram ve derinlikli bir dönem filmi olarak 31. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde gösterildikten hemen sonra vizyonda karşımıza çıkmalıydı belki de. Uzun lafın kısası, Miyazaki soyadının son ürünü olan film, geçtiği dönemin ruhunu başarıyla yakalayan, romantik ve içten bir çalışma; bu haliyle her türlü ilgiyi hak ediyor ve Goro Miyazaki'nin ilk filmiyle yaşattığı hayal kırıklığının izlerini silmeye de yardımcı oluyor.