48. Altın Portakal'ın en büyük sürprizi olan dört ödüllü Güzel Günler Göreceğiz filmini, oluşan polemik sisinden sıyrılarak kendi gözlerimizle göreceğimiz hafta geldi nihayet! Peşinen bildireyim, festivaldeki galası biter bitmez yanımdaki sinema yazarı arkadaşlarıma da söylediğim gibi, bence gayet "olmuş" bir film bu...
Filme geçmeden önce biraz filmin başına gelenlerden bahsetmek gerek. Nedense sinema yazarlarımızda, festival jürilerimizde ve başka herkeste bolca bulunan ilk yönetmen/ilk film hoşgörüsünden hiç nasiplenemedi bu filmi yapan ekip. Özellikle yönetmen Hasan Tolga Pulat ve senarist Emre Kavuk yoğun bir eleştiri bombardımanı altında aldıkları ödüllere lanet eder hale geldiler. Bence bu bir büyük haksızlık! Güzel Günler Göreceğiz ödül alamayacak bir film değil, kötü bir film hiç değil! Senaryo aşamasında ciddi emek harcanmış, bir o kadar da ustaca yönetilerek ortaya çıkarılmış, eli yüzü düzgün bir sinema işi... Tek sıkıntısı ve kimilerine göre onu savunulamaz bırakan şey 10 yılın modası minimalist sinema akımı yerine Yeşilçam standartlarına daha uygun bir çalışma olması. Zaten aldığı ödülleri ben dâhil herkes Yeşilçam'ın zaferi olarak yorumladı ve bu birilerinin hiç hoşuna gitmez nedense...
Film bir günün içine sığdırılmış ve artık sonuna yaklaşmış beş insanın rastlantısal kader ortaklığının hikâyesini anlatıyor. Kızı dışındaki her şeyden bıkmış, nefret etmiş kirli bir polis olan İzzet, onun aşık olduğu ailesi tarafından dışlanmış, yolunu kaybetmiş Figen, kardeşini öldürdüğü için girdiği hapisten yeni çıkmış pişmanlık ateşinde yanan Cumali, yeni bir hayata başlamak için ülkeden çıkmaya çalışan boksör Ali ve umutla geldiği Türkiye'de fuhuşa zorlanan, çareyi kaçmakta bulan rus Anna... Tüm karakterlerin yolu bir şekilde kesişecek ve bu rastlantılar onların hayatını sonsuza dek değiştirecektir.
Emre Kavuk öyle herkesin eline teslim edilemeyecek, bizim sinemamızda pek denenmemiş bir senaryo yazmış ama hasan Tolga Pulat daha ilk yönetmenlik denemesinde gayet olgun bir sinema dili ile yazılanları peliküle aktarmayı başarmış. Yerlere, göklere sığdırılamayan Press, Çoğunluk gibi filmlerin bile yaşananların kesitler halinde seyirciye sıralandığı basit kurgudan çıkıp drama yaratma mecburiyeti olan sekanslara geldiğinde (Press: gazeteci kulübesinin yanışı, Çoğunluk: rüya sahnesi) nasıl teklediğini düşünürsek, bu kadar tehlikeli dönemeçleri, duygusal yoğunluğu olan bir hikayeyi gayet temiz bir şekilde çektiğini düşünüyorum Hasan Tolga Pulat'ın. Üstelik akçeli, büyük ödülü almasına rağmen bunu ödül kaygısıyla yapmadığı, ödülden çok seyirciyi umursayan bir yönetmen olduğu da ortada...
Filmin önemli oyuncuları bence olabilecek en doğru isimlerden seçilmiş. Buğra Gülsoy gerçekten yetenekli ve sinemada alacak çok yolu olan bir aktör, umarım dizi batağına saplanıp kalmaz. Feride Çetin hem paslaşan hem de yer aldığı tüm sahnelerde öne çıkan, yeni nesil kadın oyuncuların en yeteneklisi... Yılların Uğur Polat'ı ise kolaylıkla Behzat Ç. taklidine dönüşebilecek tehlikeli bir rolün altından ustalıkla kalkmış. Rus Anna'yı oynayan Nesrin Cavadzade'ye zaten lafım yok, bu rol için memlekette yaşayan en doğru oyuncu seçimi olmuş kendisi... Son bir yorum da boksör Ali, Barış Atay için, dingin, yorgun ama değişken bir ruh haline sahip karakteri o kadar güzel oynamış ki, seyretmek büyük zevk oldu.
Yan rollerde bazı sıkıntılar, tempoda bazı sarkmalar mevcut olsa da izlemesi ve üzerine düşünmesi son derece keyifli, anlamlı bir film Güzel Günler Göreceğiz. "Biz bu Guy Ritchie çakması senaryoları çok izledik" diyenlere kanmadan sinemaya gidin. Festivallerde yıllardır, Tarkovsky özentisi, 'biçemsevici' örneklerle içimiz bayılmışken ne de güzel geldi bu film... Emin olun ortada kolaycı bir iş yok. Türk sinemasında böyle bir film yazabilecek/çekebilecek çok az isim var. Bir başyapıt değil ama çok iyi bir yönetmen sineması örneği. İzleyin pişman olmazsınız.
Twitter.com/murattolga - murattolga@gmail.com