Hikâye günümüzde geçiyor. Filmi seyrederken bir zamanların, 1970'lerin Anadolusunu izliyormuş gibi oluyorsunuz. O karakterlerin işlenişi, insanlar arasındaki ilişkiler ve iletişim gerçek anlamıyla böyleydi. Baba Hacı Halil, Çerçi Hüsam, Dişçi Nedim ve Yılancı Memduh, Anadolu coğrafyasında her daim karşılaşma ihtimaliniz olan tiplerdendi. Belki şimdilerde kırıntıları kalmıştır geride. Hikâye Van'ın Başkale ilçesinde ve ovalarında geçiyor. Aslında bu film Konya'nın İçeriçumra kasabasında çekilmiş. Köyse, Konya ovasında. Yönetmen böyle bir tercih yapmış. 1982'de Erzurum doğumlu yönetmen Caner Erzincan, Selçuk Üniversitesi'nde okudu. Kısa filmler, belgeseller ve klipler çekti. "Mar" da yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi.
Hacı Halil (Yılmaz Şerif), vakti zamanında at ve katır sırtında kaçakçılık yapmış. Bu işte bir ayağını da kaybetmiş. Büyük oğlu Yılmaz'ın (Volga Sorgu Tekinoğlu) kaçakçılık işlerine bulaşmasını istemiyor. Yılmaz, yılan ticareti yapan Memduh Rahim (Güray Kip) için boğaz tokluğuna yılan avcılığı yapıyor. Rahim, Yılmaz'dan kırmızı benekli yılan avlamasını istiyor hep. Bu yılanın zehri tıp için daha faydalıymış. Hacı Halil'in küçük oğlu Güven (Raşit Saraç) de salyangoz topluyor köyün çocuklarıyla. Güven, kendi gibi küçük Elif'e aşık. Onun için fedakârlıklar yapıyor. Salyangozları Çerçi Hüsam'a (Yıldıray Şimşek) veriyorlar. Yoksulluk ve yoksunluk her yerden görülüyor. Hacı Halil, evin boşluğunun kadınsızlık olduğunu düşünüyor. Köyde insanların dişlerini kerpetenle çeken Dişçi Nedim (Mahmut Gökgöz), Hacı Halil'e sınırdaki İran'dan kadın getirmeyi söylüyor hep. Dişi sızlayan Yılmaz'ın yolu da Başkale'de diş hekimi olan şehirli Bahar'la (Begüm Kütük) kesişiyor. Babasından ve çevresinden hep sertlik gören, pek az konuşan ebedi yalnız Yılmaz, Bahar'ın şefkatli halinden kendince anlamlar çıkartıyor ve onun üzerine hayaller kuruyor zihninde. Doğuda kuraklık da var. Yağmur duasına çıkılıyor. Beklenen yağmur sonunda yağarken, bulutlar Yılmaz'ın belirsiz geleceğinin üzerine düşüyor sanki. Yaşlı Hacı Halil de Dişçi Nedim'in motosikletiyle yollara düşerken Güven de abisi Yılmaz'ın ipli sopasını ve çuvalını alarak ava çıkıyor finalde. Aslında bu final bölümü insanı bir an boşlukta bırakıyor gibi olsa da, aşağı yukarı neler olabileceğini de tahmin edebiliyorsunuz.
Yönetmen, belgeselcilikten gelen deneyimlerini bu ilk filminin ruhuna katabilmiş. Çevre ve insan gözlemleri etkileyici. Yönetmenin kamerası da alabildiğine dingin ve sakince gözlüyor her şeyi. Aslında bu filmi seyrederken kimi filmleri düşündük. Kesinlikle yönetmenin başarısını geriletmek için değil, o duyguları perdede yaşatabildiği için övgü göndermek için... Şerif Gören'in 1981 yapımı "Herhangi Bir Kadın" filminde amele Cemal'in bu sert ve gerçekçi dünyada kendine şefkatli yaklaşan Yıldız'a duyduğu imkânsız aşk gibi Yılmaz'ın da Bahar'a duyduğu aşk da aynı ruhun içinde. Ne gerçeklikte ne de filmlerde bazı şeyler imkânsız. Cemal ve Yılmaz, kadın dokunuşunu, kokusunu ve şefkatli dişi sesini ilk defa bu kadar yakından hissediyorlardı belki de. Filmde, çocukların yılanları canlı canlı yakma sahneleri de fark ediliyor. Sam Peckinpah'ın 1969 yapımı western klasiği "Vahşi Belde (The Wild Bunch) filminin başlarında da çocuklar akrepleri canlı canlı yakıyorlardı. Bu iki yönetmen de çocukların içindeki o şiddeti doğal biçimde yansıtmak istemişler sanki. Fonda duyulan müziklerin de kulağa iyi geldiği filmde, televizyon dizileriyle ünlü oyuncuların performansı da iyi. "Kurtlar Vadisi" dizi filminden hatırlanan Begüm Kütük göründüğü küçük anlarla filme derinlik katmış. Diş çekme sahnesi tam anlamıyla bir belgesel gibi. 1981'de Tunceli'de doğmuş Volga Sorgu da iyi filmlerde kendini göstermiş bir oyuncu. 2006'da Zeki Demirkubuz'un "Kader", 2007'de Hüseyin Karabey'in "Gitmek: Benim Marlon ve Brandom (Gitmek: My Marlon and Brando)" ve 2008'de Mehmet Bahadir Er'le Maryna Gorbach'ın ortak yönettikleri "Kara Köpekler Havlarken" Sorgu'nun göründüğü en önemli filmler. "Mar", görülmeye değer bir film. Not: Filmin adı "mar" Farsça'da "yılan" anlamına geliyor.