Kaçırılmaması gereken bir öykü...
Yazar: Melis ZararsızGeçtiğimiz sene Cannes Film Festivali'nde olmama rağmen kaçırıp, es kaza Malatya Film Festivali'nde izlediğim bir film Koşulsuz Sevgi (Broken). Es kaza diyorum çünkü açıkçası hakkında bilgi sahibi olup bilinçli bir şekilde gidip izlemedim, festivalde akşam vakti şöyle bir film varmış, haydi görelim deyip birkaç sinema yazarı arkadaşla girdiğimiz bir filmdi. Çıktığımızda ise hepimizin suratında benzer ifadeler vardı: beklenmedik şekilde sarsılmış ve etkilenmiştik!
Rufus Norris'in yönetmenlik anlamında sinemada ilk denemesi imiş bu. Aslında bir tiyatro yönetmeni kendisi, aynı zamanda oyunculuk deneyimi de var. Bu deneyimlerinin ilk filmindeki somut etkileri çok bariz bana soracak olursanız. Hem oyuncu yönetimi, hem görüntülü bir sanatta hikaye anlatımı açısından. Kişilerin derinliklerine inebilmesi, kalabalık bir kadroda tek tek her karakterin bir derinliğinin olması filmin en önemli özelliği. Bence Bu Norris'in sinemadaki amatörlüğünü dengeleyen bir unsur olmuş.
Roman uyarlaması olan film, Londra'da, bir banliyo kasabasında geçiyor. Baş karakterimiz 11-12 yaşlarında bir genç kız çocuk. Skunk isimli bu kız, şeker hastası. Genç yaşta bu tarz hastalıklara sahip olan birçok şanssız çocukta kişisel olarak da gözlemlediğim bir şey varsa o da bu çocukların sanki daha bir özel, sanki daha bir farklı oluşlarıdır diğerlerinden. Bu belki hastalıklarından dolayı yetiştiriliş tarzlarından, belki hassasiyetlerinden, belki de bambaşka ruhani bir durumdan kaynaklanıyor olabilir. Skunk ta farklı, özel bir çocuk, zekasıyla, esprileriyle, hayattan zevk aldığı şeyler ve seçimleriyle... Bu noktada söylemek lazım ki, oyunculuk anlamında harika bir keşif yapmış Norris; Skunk'ı canlandıran Eloïse Laurence'ta çok büyük bir ışık var. Umarım başka başka projelerde de izleriz bu genç, yetenekli oyuncuyu.
Skunk annesi tarafından terk edilmiş, babasıyla ve bakıcısıyla yaşayan, havalı, akıllı, olgun bir kız. Babası ile ilişkileri genelde iyi ama elbette hastalığıyla ilgili sıkıntılar yaşayabiliyorlar, baba her zaman tedirgin. Ama sevgi dolu ve düşünceli bir baba... Bakıcılarından hoşlanıyor ama bakıcılarının da sorunlu bir ilişkisi var. Bu aile tablosunun içine dalıp birçok detayı öğreniyoruz aslında, bazı detaylar filmin esas amacına çok ilişkin değil ama bu izleyeni yoran ya da "ne alaka" dedirten detaylar olmuyor, aksine filmin gerçekçi havasına güç katıyor. Filmin en önemli özelliklerinden biri de, aşırı gerçekçi olmakla dramatik ve hayalperest olmanın dengesini büyük başarıyla kurmuş olması. Filmde bazen, gerçekten yaşayan bir mahalleye kamera mı tutulmuş diyorsunuz, bazen ise sanki havada uçuşan hayal bulutçukları var, bu iki duyguyu izleyiciye aynı filmde, birbirini bozmadan geçirebilmek bana göre başarı.
Skunk'ların komşularından iki tanesinin evlerine de Skunk'ların evlerine girdiğimiz gibi giriyoruz. Onların da "özellerini" öğreniyoruz. Bir evde akıl sağlığı çok yerinde olmayan Rick isimli masum bir genç ve annesi yaşıyor, diğer bir evde ise karısının ölümü üzerine üç kızını ve bir oğlunu tek başına yetiştirmek zorunda kalan hayata karşı tavırlı, sert ve şiddet yanlısı bir baba var. Şımarık ve sorumsuz kızlardan biri, bir erkekle cinsel ilişkiye girdiği anlaşılınca suçu Rick'e atıyor, baba Rick'i hastanelik ediyor. (Bu arada iki ailede de anne figürü eksikken babaların kızlarını yetiştiriş farkları çok iyi resmedilmiş.) Bu olayın üzerine bu üç aile de ardı ardına yaşanan şiddetli ve kötücül olaylardan farklı farklı etkileniyorlar. Tüm hikayeyi Skunk'ın gözünden izlediğimizden, aslında biz de geçen, Rick'in haksız yere saldırıya uğramasından sonra hiçbir şeyin Skunk için bir daha aynı olmaması... Skunk adeta masumiyetini, hayata karşı olan saf inancını yitirmeye başlıyor.
Görüntü yönetmeni Rob Hardy'nin temiz iş çıkardığını da eklemeliyiz. Film çoğu yerde esprili ve görüntülerle renkli, huzurlu gibi görünse de aslında kara bir film. Son zamanlarda birçok yönetmen ve senarist aynı şeye dikkat ediyor ama bu filmde de kişiler iyi/kötü gibi net çizgilerle ayrılmış değil, karakter derinlikleri her kişiye belirli bir anlayışla bakmamızı sağlarken, insan yönümüzü hatırlatıyor. O gün salondan çıktığımızda bize "tam da sinema tadı işte!" dedirten bu keyifli film maalesef sadece tek kopya olarak vizyonda, ne yapıp edip izleyin derim!