Beklenene değil, olması gerekene odaklanan bir film...
Yazar: Murat ÖzerEdebiyatta ‘gerçekçilik’in büyük ustalarından Henry James’in 1897 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan “Arada Kalan” (What Maisie Knew), 19. yüzyılda geçen hikayeyi bugüne yansıtırken büyük oranda ‘marifetli’ bir yapı kurmaya başarıyor. Hem karakterlerin iç dünyasını hem de genel atmosferi sekteye uğratmadan yapılmış bazı ‘yeni’ tercihler var, ki onlar da ‘gerekli’ olduklarını hissettiriyorlar bu uyarlamada.
İkinci filmleri “Dipsiz” (The Deep End) ile keşfettiğimiz Scott McGehee-David Siegel ikilisi, önceki çalışmaları “Şüphe” (Uncertainty) ile bir miktar yalpaladıktan sonra projelendirdikleri beşinci filmleri “Arada Kalan”la yeniden toparlanma emareleri gösteriyorlar. Yönetmenler, Henry James’in romanını hatmettikleri açık olan Nancy Doyne ve Carroll Cartwright’ın ellerinden çıkma senaryonun inceliklerini yetkince yansıtıyorlar beyazperdeye. Başkarakterin bir çocuk olması da onların yararına çalışıyor ve duygusal yoğunluğu yüksek bir sonuca ulaşıyorlar.
Henry James’in eserinde olduğu gibi, filmde de başkarakterin ismi Maisie. Anne-babası boşanan küçük Maisie’nin iki ‘bencil’ karakter arasında savrulmasını izliyoruz hikâyede. Yeniden evlenen anne ile baba, çocuklarını çok seviyorlar belki ama kendilerini daha çok sevdikleri de bir gerçek. Üvey anne ve üvey babayla ilişki kurmak durumunda kalan Maisie ise, gerçek anne-babasından göremediği ‘özen’i ve tabii ki ‘sevgi’yi buluyor onlarda. Sınıfsal olarak gerçek anne-babadan aşağıda bir yerlerde duran üvey anne-baba, onların yansıttığı ‘horgörü’yle yaşamak zorundalar, ki bunun sonucu olarak Maisie’ye ve onun ‘tertemiz’ dünyasına tutunuyorlar. Bu hikâye, Maisie’nin olduğu kadar onların da ‘açlık’ını yansıtıyor anlayacağınız.
“Arada Kalan”, aile kavramına sıkı sıkıya tutunan klasik anlayışın aksine, bu kavramı neredeyse elinin tersiyle itip yerine ‘başka bir şey’ koyuyor. ‘Sevgi’yi tek geçer akçe yapmadan, bunun yanına konması gerekenleri de unutmadan vücut bulan film, merkez karakter Maisie’nin savruluşunun ardındaki ‘arıza’yı gösteriyor bizlere. Ailenin ‘tercih edilebilir’ bir şey olduğunu vurgulayan hikâye, bunun gerektiğinde ‘yok’ sayılabileceğini de söylüyor. Küçük bir çocuğu ortada bırakarak onun üzerinden bir tür ‘güç gösterisi’ne soyunan gerçek anne-babasının ‘benmerkezci’ doğalarına isyan edemiyor belki Maisie, ama onların yerine geçebilecek olanlara yanaşmayı da ihmal etmiyor. ‘İkincil anne-baba’nın daha sorunlu olabileceğini işaret ediyor önce film, ama hikâye açıldıkça onların ‘yoksul’ dünyasının Maisie’nin ‘saflık’ıyla örtüştüğünü gösteriyor bizlere. Zaman zaman gözyaşı hamleleri de geliyor bu filmden, ama genel yapıya baktığımızda bunun kaçınılmaz olduğunu görebiliyoruz. “Aşk Hikayesi” (Love Story)'ni izlerken ağlamak ne kadar doğalsa, “Arada Kalan”ı izlerken de aynı durum söz konusu. Maisie’nin durumuna verilecek ilk doğal tepki gözyaşlarıyla oluyor, ardından da öfke geliyor tabii.
“Arada Kalan”ın oyunculuklar açısından şanslı bir film olduğunu söylemek gerek. Maisie’yi canlandıran Onata Aprile, anlamlı yüzüyle büyük hasar veriyor bize, o yaşta nasıl oynadığı konusunda hayrete düşürüyor.Bencil anne-babayı canlandıran Julianne Moore ve Steve Coogan ile üvey anne-babayı yamacımıza taşıyan Joanna Vanderham ve Alexander Skarsgård da işlerini layıkıyla yapıyorlar. Maisie’nin dört ebeveyninin de farklı uluslardan (Amerikalı, İngiliz, İskoç, İsveçli) gelmesi, karakterin ‘yalnız ve yabancı’ duruşunu destekleyen unsurlardan biri. Bu dört oyuncu da, karakterlerinin talep ettiklerini sunmak konusunda yetkin bir görüntü sergiliyorlar.
Henry James’in toplumsal kuralları ters köşeye yatıran metnini bugüne uyarlarken alabildiğine özenli bir dil tutturan “Arada Kalan”, izleyiciyle bağını koparmadan yapıyor bunu, ki zor olan da bu aslında. Scott McGehee ve David Siegel, ‘beklenen’den ziyade ‘olması gereken’e ilgi gösterdiklerini bir kez daha kanıtlıyorlar bu filmle. Toplumsal kuralları değil, bireyin iradesini kutsuyorlar...