Hesabım
    Kayıp Umutlar
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Kayıp Umutlar

    Işıltısız ve sıradan da olsa izletiyor...

    Yazar: Melis Zararsız

    Bir Gus Van Sant hayranı olduğumu söyleyemem. My Own Private Idaho adlı o kendine özgü (unique) filmi 90’ların sonunda izlemiştim bilinçsizce ve o zaman açıkçası filmin yönetmeninden haberim yoktu ama filmin kendine özgülüğü, şiirselliği beni çok etkilemişti. Hollywood’un bize alıştırdığından farklı bir gençlik filmi olmasıyla, oyunculuklarıyla, farklı anlatım tarzıyla, hiçbir zaman popüler olmasa da dikkate değer bir film olarak sıklıkla adından bahsettiren bir yapım.

    İşin ilginç yanı ,yönetmenin filmografisinde, farklı farklı zamanlarda, kimini Gus Van Sant’ın filmi olduğunu bile farketmeden izlemiş olduğum Good Will Hunting, Psycho, Paris J’etaime (kısa filmlerden biri), Paranoid Park, Milk ve Restless da beğenerek, başarılı bularak izlediğim filmler. Fakat Restless eleştirimde de yazmış olduğum gibi bunları toplayınca kafamda tek bir yönetmen oluşmuyor. Hollywood’da bazı yönetmenlerin sadece proje yönetmeni olduklarını biliriz, senaryosunda ya da fikrin oluşmasında herhangi bir katkıları yoktur, proje onlara hazır gelmiştir, onlar yönetmenlik zanaatlarını kullanırlar ve bunda bir sorun yoktur fakat Gus Van Sant, kendi bağımsız filmlerini çeken bir yönetmenken filmografisinin sanki başkalarının projelerini hayata geçiriyormuşçasına birbirini çağrıştırmaması, filmlere kendi imzasını atamıyor oluşu, kendi kokusunun sinemiyor oluşu bana hep enteresan gelmiştir.

    Bu sene festivalde izlediğim son filmi Promised Land’de ise durum daha da değişik. Dave Eggers’ın romanını John Krasinski ile birlikte senaryolaştıran Matt Damon, aynı zamanda yöneteceği bu filmi sıkışık bir takvimde yönetemeyeceğini farkedince, sen çeker misin diyerek daha önce de keyifle çalıştığı Gus Van Sant’e götürür ve olumlu yanıt alınca filmin başrolüne de rahatlıkla yerleşir. Filmin hikayesi ise beni etkiledi açıkçası: Steve ve Sue başarılı bir enerji şirketinde çalışıyorlar. Taşradaki bir kasabanın yeraltındaki değerli doğalgaz kaynaklarını ele geçirmek için toprak sahiplerinden o alanları ucuza almak hedefiyle yola çıkarlar. İşlerinin ehli, ağzı iyi laf yapan, sevimli ve pozitif görünen Steve (Matt Damon) ekonomik krizden etkilenmiş olan halkın yapacakları en ucuz teklife bile ihtiyaç duyduklarını düşünmektedir ama işler onun düşündüğü kadar kolay gitmeyecektir. Direnişçiler olacak ve foyasını meydana çıkaracaklardır.

    Filmde en çok hoşlandığım, Steve karakterinin oturtulduğu yer oldu. Aslında şirketinde başarılı olmak adına her türlü katakulliyi yapacak karakterde biri olmasına karşın, filmde Steve bize salt alışık olduğumuz “kötü, acımasız, fırsatçı karakter” olarak tanıtılmıyor. İş için yapması gerekeni yapan, ama vicdanı da olan, duygusal, gerçekten de sevimli biridir Steve. Yaptığı işe kendini de inandırmıştır sadece ve olayları derinine analiz etmemeyi tercih etmiştir sanki. Fakat işler sarpa sardıkça o da çalıştığı şirketi, yaptığı işi ve verdiği kararları sorgulamaya başlayacaktır.

    Film sinematografik açıdan bizi çok da besleyen bir yapıya sahip değil. Taşrada, kasaba halkının yaşayış biçimi, giyiniş tarzı, konuşma tarzı, esprileri, evlerinin, eşyalarının hal ve durumları güzel resmedilmiş, o monotonluğun içindeki saf ve mutlu halk perdeye güzel yansımış hepsi bu. Fakat konunun ilginçliği ve karakterin içinin doluluğu, filmi belki etkileyici bir sinema görseli gibi değil de, bir tv dizisi kıvamında da olsa, dikkatle takip etmenizi sağlıyor.

    Son kertede karşımızda yine Gus Van Sant imzasına rastlamadığım bir film var, üstelik yine beğenerek izlediğim bir film oldu, fakat Promised Land sinema tarihinde ya da bir yönetmen filmografisinde herhangi bir yere koyabildiğim bir film değil. Sıradanlığı yavan değil, aksiyon filmlerinin hareketli ve fazla mükemmel yapısından sıkılmış seyirciye nefes,  mola gibi gelebilecek sıradanlıkta. Işıltısız, hikayesini derli toplu anlatan ve düşündüren, senaryosuyla daha güçlü olan bir yapım. Hele ki son son “hakkı yenen halk, yalan vaatler, birlikte hareket etmenin gücü, çevre bilinci” gibi konularda toplum olarak hassasken, günümüzde yaşadıklarımızı ufak da olsa çağrıştıracak, manevi değerlerimizi hatırlatacak, vasatın üstünde bir yapım.

    twitter: @blossomel

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top