Biz bu filmi bir yerden hatırlıyoruz sanki...
Yazar: Ali Ercivan1999 yılında İstanbul Film Festivali'nde gösterilen ve Millenium Filmleri projesi kapsamında çekilmiş muhteşem Don McKellar filmi Son Gece (Last Night)'yi izlemiş olanlar, şu anda bu filmin çakmasıyla karşı karşıya olduğumuzun zaten farkındadır sanıyorum. David Cronenberg'in de oyuncu olarak yer aldığı ve Sandra Oh adlı şahane insanı tanımamıza vesile olmuş bu filmde, 31 Aralık 1999 gecesi dünyanın sonunun geleceği öğrenilmişti ve yeryüzündeki son saatlerinde bu durumla başa çıkmaya çalışan insanlar anlatılıyordu. Melankolik bir adamla deli dolu bir kadının yolları o kaçınılmaz sona yaklaşılırken kesişiyordu.
2012 tarihli İlk ve Son Aşkım (Seeking a Friend for the End of the World) bir asteroidin dünyaya çarpmasına sadece üç hafta kala açılıyor. Önce, göktaşını durdurmak için gönderilen son uzay aracının da başarısız olduğunu duyuyoruz siyah üzerinde. Bu pekala büyük bir bilimkurgu/aksiyon filminin de açılışı olabilir diye düşünürken, herhangi bir yolun kenarına park etmiş sıradan bir araba planıyla başlıyor film. Radyoda haberi dinleyen karı-koca Dodge (Steve Carell) ve Linda'ya (aktörün gerçek hayattaki eşi Nancy Carell) yaklaşıyoruz. Dünyanın sonu artık kaçınılmazken, kocasına çaresizlik içinde bakıyor Linda. Radyoda anlatılanlara tek tepkisi, "Sapağı kaçırdık galiba" olan bu adamla hayatının son günlerini geçirmek istemediği belli. Aceleyle emniyet kemerinden kurtulup kaçarak uzaklaşıyor kadıncağız.
Ardından sona yaklaşan dünyanın bir portresini çiziyor film. Herkes farklı farklı ama çoğunluk son derece akıl dışı tepkiler veriyor başlarına gelenlere. Bir tarafta yağmacılar türüyor, diğer tarafta üst orta sınıf bir aile için bu durum hoş bir yemekli davet mazereti oluveriyor. Ancak bu bile çocuklara içki içirilip uluorta eroin kullanılan bir partiye dönüşüyor. Kimi insanlar kıyameti de kapsayan sigorta paketleri peşindeyken, kimi de kendini çatıdan aşağı atıyor. Yeryüzünün en akıllı canlı türü olan insanlar en akılsızca tepkileri verirken, hayvanat mutlu bile olabilir bizden kurtulduğuna. Kahramanımız Dodge, lavabodan çıkan örümceği -tam kendisi gibi duyarlı bir insandan bekleneceği üzere- öldürmüyor. Nasılsa hepimiz öleceğiz, ne önemi var diye düşünüyor. Hayvana üç hafta daha yaşama şansı bahşediyor. Göktaşı felaketinden canlı olarak kurtulma ihtimali bizden çok daha yüksek bir türün temsilcisi olan örümcek ise sanki keyfini çıkarmak istermiş gibi defalarca yüzünden ısırıyor onu aynı gece. Defolup gidin artık dercesine...
Sonra perdeye Penny (Keira Knightley) çıkıyor. Amerika'ya yerleşmiş bir İngiliz kızı kendisi. Dodge'un alt katında yaşıyor ama bir kez olsun selamlaşmış bile değiller o güne dek. Yalnız kalamama problemi bulunan Penny erkek arkadaşından ayrılmaya çalışırken, komşusu Dodge'un evine sığınıyor bir akşam. Dodge'un mektupları aylardır yanlışlıkla onun posta kutusuna atılıyormuş ve Penny bu mektupları sahibine iletmeyi düşünmemiş bile. Bu vesileyle mektupları Dodge'a teslim ediyor ve bizi filmin sonraki aşamasına taşıyacak olan tetikleyici durum ortaya çıkıyor. Dodge'un hiç unutamadığı lise aşkı ona üç ay önce bir mektup göndermiş. "Hayatımın aşkı sendin" diye sona eren bu mektubu daha yeni gören Dodge, ne yapıp edip sevdiği kadına ulaşmaya karar veriyor. Ancak cep telefonlarının artık çalışmadığı, uçak seferlerinin iptal edildiği, benzin bulmanın neredeyse imkansız hale geldiği bir aşamadayız artık. Dodge komşusuyla birlikte yağmacıların elinden son anda kurtulup yola düşüyor. Penny'ye vaadi de onu Londra'ya, ailesine götürebilecek bir uçak ayarlamak.
Ve o trajikomik kıyamet fonundan ayrılıp iki zıt karakter ve karşılaştıkları insanlara dair bir yol filmine dönüşüyor İlk ve Son Aşkım. O ana kadar gayet keyifli, hatta yer yer dokunaklı bir şekilde ilerleyen film, bu noktadan itibaren giderek vasatın içine gömülüyor. Bunun birkaç sebebi var. Öncelikle -ki bu çok mühim bir detay- bu yol filmi süresince aralarında elbette duygusal bir yakınlaşma başlayan iki kahramanımızı canlandıran Steve Carell ve Keira Knightley arasında en ufak bir uyum, bir kimya, bir elektrik yok. Olmayınca olmuyor işte. Onların yakınlaşmasına ikna edilemiyorsak, zaten film orta yerinden dağılıp parçalanıyor.
Bu iki karakterin hiç ilginç olmaması da ayrı bir dert. Dodge'u umursamamız için en ufak bir sebep yok ortada. Son derece niteliksiz bir film kahramanı kendisi. Bir türlü kalıbını kırmayı da başaramıyor. Neredeyse hep pasif kalıyor film boyunca. Onun yerine, nasılsa üç haftaya ölüyoruz diye küçücük çocuklara içki içiren arkadaşı Warren'ı veya Penny'nin geride bıraktığı erkek arkadaşı Owen'ı (Adam Brody) izlemeyi tercih ederdim. En azından daha köşeli, daha az klişe karakterlerdi. Yazımın girişinde bahsettiğim Son Gece filminin kahramanı Patrick, Dodge'a sadece yüzeyde benziyor. Yoksa asla bu kadar bayat ve monoton bir karakter değildi. Aynı şekilde Penny'nin delibozukluğu da son derece yapay ve sıradan. Gerçekten sivri tek bir şey yaptığına rastlamıyoruz. Filmin problemi, bu iki karakteri sevmemiz veya umursamamız için en ufak bir sebep yaratamıyor olması. Tabirimi mazur görün, iki karakterin de son derece sıkıcı olması!
İlk ve Son Aşkım zaten her aşamasında en bildik, en tahmin edilebilir şekilde ilerliyor. Dodge'un babasıyla ilişkisinden, filmin romantik finaline kadar şaşırtıcı veya heyecan verici hiçbir şey olmuyor. Sahibi tarafından terk edilen ve Dodge'un bırakmadığı zavallı köpek ise filmin senaryosunun neden böylesine zayıf olduğunun tek başına göstergesi gibi zaten. Filme böyle bir karakter katıp sonra onu hiçbir şekilde değerlendirmemek, onunla ilgili önemi olan tek bir sahne bile yazmamak anlaşılır gibi değil. Sadece sevimli bir hayvancağız da olsun diye senaryoya karakter mi eklenir? Bu köpek olmasa ne değişecek filmde? Hiç.
Keyifli geçen ilk 20-30 dakikasından sonra acil bir işim çıksaydı ve salonu terk etmem gerekseydi, olumlu bir şekilde hatırlardım herhalde bu filmi. Ancak her geçen saniye biraz daha vasatlaşan, yaratıcılıktan ızdırap verici derecede uzak İlk ve Son Aşkım, kredisini çok çabuk tüketti. Diyeceğim o ki, bulabiliyorsanız Don McKellar'ın muhteşem Son Gece filmini izleyin. Bu fikirden nasıl iyi film çıkarın karşılığı oydu zaten. 1998'de yapılmıştı. Muhteşem bir film olduğundan da bahsetmiştim, değil mi?
Twitter: aliercivan
YouTube: ParalelKurgu