Hedef kitle çocuklar, peki ya 90 dakikalarını verecek ebeveynler?
Yazar: Kaan KarsanArabalar ve uçaklar konuştuysa; yeşil devler prensesleri kaçırdıysa ve papağanlar Brezilya’ya doğru seyahate çıktıysa, hızlı olma hayali kuran bir salyangoza kimse bir şey demeyecektir. Dreamworks animasyon ekibinin içinden yetişme David Soren’in ilk uzun metrajlı animasyonu, tahmin ettiğiniz üzere fantastik bir hayalin peşine düşen bir salyangozun öyküsünü anlatıyor. Neredeyse bütün dönemdaşları gibi hayvanların sevimliliğinden ve çocuklara karşı olan sıcak hitabetinden güç alarak bir haftasonu filmine imza atan Soren, bu aşamada çocuklarını sinemaya götürecek olan aileleri pek umursamıyor. Turbo, günlük hayatını türlü yarışları tekrar tekrar izleyerek ve diğerleri gibi olmadığı hissini perçinleyerek geçiriyor. İçinde yaşadığı komünün tüm ritüelleri ve refleksleri ona oldukça ters geliyor. Zira onun diğerlerinden oldukça farklı bir amacı var. O, bir gün dünyanın en hızlı salyangozu olarak yarışmaya katılmayı diliyor. Bu tabii ki de olağan şartlar altında pek mümkün değil. Bu sebeple beklenen dönüm noktası ‘turbo’nun geçirdiği talihli kaza ile geliyor. Turbo, fizyolojik olarak öyle bir dönüşüyor ki; kurduğu hayallere ulaşması oldukça kolaylaşıyor.
On beş dakikalık bir süreçte girişten ‘koşuş’a bağlanan açılış, lafı pek fazla dolandırmıyor. Zira Turbo’nun bir an önce dönüşerek türlü maceralara atılması gerek. ‘Evrim’ kısmı pek detaylandırılmadan geçiştirilince, çocukları eğlendirmesi pek mümkün bir ‘roller-coaster’ seyahati başlıyor sinema salonunda. Turbo, insan ırkının bencilliği ve acımasızlığının da etkisiyle; peşine düşenlerle ve peşine düştükleriyle büyük bir serüvene başlıyor. Yaptığı her yanlışta ve doğruda hayaline bir adım daha yaklaşıyor.
David Soren’in filmi, animasyon filmlerinin son celsede direksiyon kırarak girdikleri yolu izliyor ve mutlak alıcısı olan bir türü, en pratik yoldan satma becerisini sergiliyor. Turbo sevimli ve küçük hayvanları ‘olası olmayan’ bir hayal üzerinden kişileştiriyor. Bu aşamada genel animasyon gramerinin dışına çıkmayı ve risk almayı topyekün reddediyor. Filmin amaçları doğrultusunda bunun oldukça anlaşılır bir tercih olduğunu belirtmek gerekiyor. Zira ‘farklı’ olmak isterken gişede yerle yeksan olan bir animasyon filmi, şirketin planlarını epeyce bozacak demektir.
Pratik çözümler, bir o kadar pratik problemler doğuruyor elbette ki. Turbo, birincil olarak hedeflediği kitle olan çocuklara patırtıyla, gürültüyle kolayca ulaşıyor. Ancak onları sinema salonuna getirecek olan aileleri –tıpkı dönemdaşları gibi- unutuyor. Kısacası Turbo’nun dahilinde ‘özlenen türden’ bir zeka bulmak mümkün değil. Sadece bu açıdan bile, en kötü filminde dahi 7’den 70’e eğlendirmeyi başaran Pixar filmlerinin bir hayli gerisinde kalıyor. Geçtiğimiz sene Rise of the Guardians ile birlikte aynı yolu izleyen Dreamworks’ün bu seneki ödül macerası da geçen senekiyle aynı yere çıkacamış gibi görünüyor.
Hakkını vermek için yiğidi öldürmeye gerek yok. Turbo, ebeveynlere bir anlaşma sunuyor; onların doksan dakikasını alıp çocuklarına hediye ediyor. Çocukların fazlasıyla eğlenebilecekleri, hatta bir ihtimal ilham bile alabilecekleri bir doksan dakika… Fena olmayan bir anlaşma… Kabul edip etmemek, sinemalarda şu an daha iyi bir tercihin olmadığını bilen ya da bilmeyen anne-babalara kalıyor.