Yılın en eğlenceli gişe filmlerinden biri...
Yazar: Oktay Ege KozakEğer on iki yaşında olsaydım Pasifik Savaşı büyük ihtimalle hemen en favori filmlerim arasına girerdi. Otuz üç yaşında ise ne yazık ki daha sinik ve züppe, çocuksu masumiyetini yitirmiş sözde bir yetişkin olarak benim için "yılın en eğlenceli gişe filmlerinden biri" olarak yetinmek zorunda.
Eğer illa da sırf nostalji olsun diye devasa yaratıklar ve/veya robotların metropolit mekanları yerle bir ettiği bir eğlencelik arıyorsanız doğru adrese geldiniz. Çocukken, elde gofret, Cumartesi sabahı çizgi dizileri izlemenin zevkine yeniden erişmek isteyenler için Transformers filmlerinden bin kat daha çok tavsiye ediyorum Pasifik Savaşı’nı.
Açıkçası hemen hemen nefret ettiğim, ne zaman adı geçse ‘boş baş ağrısı’ diye bir kenara attığım Transformers serisine kıyasla Pasifik Savaşı’ndan neden çok daha fazla haz aldığımı uzun uzun düşünmek zorunda kaldım.
Sonuçta iki yapım da devasa yaratıkların bitmek bilmeyen uzunlukta, kulak zarlarının yakın geleceğini tehdit eden ses dizaynıyla kavga ederken, kocaman şehirlerin yüz yıl süren gelişimini iki saniyede yok etmeleri üzerine kurulu. Kavgalar arasında zaman doldurmak için ise klişe dolu absürd bir senaryo araya sıkıştırılıyor.
Fakat Guillermo Del Toro’nun Michael Bay üzerinde iki çok önemli avantajı var: Dramatik tutarlılık ve seyircinin beklentilerine saygı, sadakat. Bay, üç şişirilmiş Transformers filminden sonra Zor Kazanç ile kaale aldığı bir hikayeyi tonal tutarlılık ile bir araya getirebileceğini kanıtladı. Fakat yönetmenin popüler seriye olan yaklaşımında ‘Üstünde Transformers yazsın da, ne atsam tutar’ gibi küstah bir tutum var bence.
Bu filmlerde robot kavgası sahnelerinde ne zaman kime ne olduğunu anlamadığımız şuursuz rastgele görsel harabın yanında cinsel uzuvlara sahip olmamalarına rağmen Megan Fox’un bacağıyla sevişmeye kalkan robotlarla doluyor iki buçukar saat.
Del Toro ise ‘Dev robotlar dev canavarlara karşı’ konseptinin (Cumartesi sabahı çizgi dizileri dışında) ne kadar absürd olduğunu bilmesine rağmen belli bir dramatik ve görsel stil belirliyor ve bu stili sadakat ile takip ediyor.
Filmde Kaiju adı verilen, Japonca’da ‘Dev Canavar’ anlamına gelen gökdelen yüksekliğinde grotesk yaratıklar, Pasifik Okyanusu’nun dibinde açılan esrarengiz bir boyutlararası portal sayesinde dünyamızı bulup yok etmeye çabalıyorlar. İnsanlar ise uçak ve gemilerin yetersiz olduğunu görünce Almanca’da ‘Avcı’ anlamına gelen, Jaeger isimli robotları inşa edip Kaijular ile savaştırıyorlar.
Konu hemen hemen bu kadar basit. Tabii ki arada başını sert asker Stacker’ın (Idris Elba) çektiği, aralarında otorite karşıtı Raleigh (Charlie Hunnam), hazin bir geçmişe sahip olan Mako (Rinku Kikuchi) ve sırf maço bir kavga sahnesi olsun diye Raleigh’i sevmeyen Chuck’un (Robert Kazinsky) bulunduğu Jaeger pilotlarının hikayesini anlatan Top Gun ve Kurtuluş Günü kırması bir senaryo da var.
Del Toro, her ne kadar filmin etinin ve ekmeğinin epik çatışma sahnelerinden geleceğini bilse de, bu klişe dolu senaryoyu olabilecek en ciddi bir biçimde aktarıyor. Filmin bundan önce binlerce defa duyduğumuz bayat diyaloglarının ve doğallıktan yoksun abartı oyunculuklarının profesyonel bir handikaptan kaynaklandığına inanmıyorum.
Del Toro, Godzilla filmlerinde dikişleri görünen canavar giysisi içindeki dublör karton binaları yıkarken, senaryoyu sonuna kadar ciddiye alan operatik oyunculuğa kesen yaklaşımı 190 milyon dolarlık bir kalıba oturtmaya uğraşıyor ve çoğunlukla başarılı oluyor.
Ya filmin yarattığı stile ilk on dakikasından itibaren bayılacaksınız ve çocukluğunuzun masumiyetine geri döneceksiniz, ya da edindiği zorlama ağırbaşlılık yüzünden saçınızı başınızı yolacaksınız. Eğer durum buysa ilk bir kaç dakikadan sonra salonu terk edin derim.
Sıra Jaegerlar ve Kaijuların birbirlerine girdiği çatışma sahnelerine geldiğinde Del Toro, Bay’in stiline kıyasla en azından dramatik bir tempo oluşturuyor ve safi maksimum duyumsal aşırı yük ile başlayıp maksimum duyumsal aşırı yük ile bitirmiyor.
Tansiyon derece derece yükseliyor. Bu sayede tek başına bilet parasına değen muazzam Hong Kong sekansının sonunda bir Jaeger, bir Kaiju’yu bir kargo gemisi ile dövdüğünde durumun sürrealizmine alışmış oluyoruz. Bu sahnelere eşlik eden, Ramin Djawadi’nin 90'lar stili orkestral Hollywood müziği ise X ve Y jenerasyonlarını hayli gaza getirecektir üstüne üstlük.
Tabii ki bu tür bir filme rasyonel gözlerle yaklaşırsak bir sürü hata bulmak mümkün. Eğer Kaijuların nereden geldiği biliniyorsa dünyanın bütün orduları neden boyutlar arası portala uzaktan patlatılabilen bir nükleer bomba yerleştirmiyor? Bu sayede Kaiju portaldan çıktığı anda KABUM!! Kaiju kebaplar hazır.
Veya Jaegerlar neden Kaijuları kolayca ikiye bölen devasa kılıçları son anda çıkarıyor? Eğer iki saniyede Kaiju bu şekilde yenilebiliyorsa kavga neden yumruklar ile başlıyor? Filmin Kurtuluş Günü bozması finalini ise unutmak en iyisi.
Fakat işin sonunda çok belli bir deneyim için gidiyoruz Pasifik Savaşı’na, çocukken bayıldığımız çizgi dizilerden aldığımız basit hazzı iki saat boyunca belki bir kere daha yaşamak için. Del Toro bundan fazlasını ne sunuyor, ne de kendisinden beklemek lazım...