Hesabım
    Manyak
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Manyak

    Manyak bir film...

    Yazar: Fırat Ataç

    Kendi ülkesinde çektiği kusursuza yakın gerilim tecrübesi Haute Tension/Yüksek Tansiyon’dan sonra Hollywood’a transfer olan Fransız yönetmen / senarist / yapımcı Alexandre Aja, burada kısa sürede ‘yeniden çevrimlerin prensi’ statüsüne yükseldi.  The Hills Have Eyes, Mirrors ve Piranha 3D ile hep belli bir seviyeyi tutturan ancak kelimenin tam anlamıyla "olmuş" bir filme imza atamamış olan Aja, Haute Tension hakkında kulislerde dolaşan ‘Dean R. Koontz’un romanı Intensity’nin resmi olmayan sinema uyarlaması’ dedikodularının gerçeklik payı hakkında da bizi düşündürmeye başladı. Kısacası Aja, yönetmenlik yetenekleri konusunda olmasa da hikaye yaratımı bakımından bizde ciddi hayal kırıklıkları uyandırdı.

    Aja, yapımcılığını ve senaristliğini üstlendiği yeni yeniden çevrim sunumu Maniac’da, yönetmenlik koltuğunu yakın dostu Franck Khalfoun’a emanet ediyor. Daha önce P2’de de aynı görev bölümünü yapan ikilinin, William Lustig’in 1980 tarihli aynı adlı filmini delicesine sevdiklerini kısa bir not olarak buraya ekleyelim. Sevdikleri filmi ele alırken hem saygıdan kusur etmeyip hem de bambaşka bir deneyim sundukları için teşekkürü hak ediyorlar.

    Son yılların en iyi açılış sahnelerinden biriyle başlayan (ah şu kırmızı puntolar) Maniac, yalnızlığın pençesindeki Frank’in hikayesi. Gündüzleri vitrin mankenleri restore edip, geceleri Los Angeles sokaklarında kadın kurban avına çıkan Frank, annesinin uyuşturucu ve seks dolu yaşantısının üzerinde yarattığı çocukluk travmalarından muzdarip. Psycho’dan beri gerilim filmlerinin bir numaralı kaçış noktası olan bu seçenek Maniac için amaç değil araç niteliği taşıyor. Zira bu yeniden çevrimin asıl hedefi seyirciyi bizzat gerçekleşen durumların içine dahil etmek. Bunun amaç doğrultusunda her şeyi katilin gözünden görmemizi sağlayan POV* tekniğinde karar kılınmış. Ne güzel de olmuş…

    Öncelikle şunu belirtmemiz gerekiyor ki Khalfoun’un POV anlayışı ile artık iyice suyu çıkan buluntu film POV kullanımı arasında dağlar kadar fark var. Bir yönetmen olarak kendisini hiç zorlamayacak ve oluşabilecek muhtemel sıkıntıları ucuzluğuyla defedebilecek sallantılı kameranın yerinde yeller esiyor mesela. Bunun yerine, ruhumuzu hapsetmemizi istediği Frank’in bedeni ve zihnini bizim parçamız haline getiriyor, odaklanma problemi yaşamamıza izin vermeden bizi cinayetlere ortak ediyor. Frank’in yaşadığı panik atak krizlerinde daha sürreal bir tona geçen görsellerin de işin kan banyosu tarafındaki seçimlerin de ortak bir noktası var: Netlik ve kararlılık.

    Tabii ki bu durum Maniac’ı merak etmesine rağmen fiziksel ve psikolojik şiddete karşı dayanma limiti az olanlar için ciddi bir uyarı. Filmin herkeste aynı duygusal tepkileri yaratmasını bekleyemeyiz. Kendini rahatsız hissetmek, sinirlenmek, geçmesini beklemek ve bunların tam tersi konumda duran boşluğa düşme hislerinin ufacık bir 89 dakikaya sığma ihtimali oldukça yüksek. Kaçma olanağınız yok çünkü Frank’in yaşadıklarını yaşamaya bizzat zorlanmış durumundasınız.

    Maniac’ın bu denli başarılı bir şekilde kotarılmış POV kullanımı ile kötü bir film olma şansı zaten ortadan kalkıyor. Yine de sürekliliğin yaratabileceği muhtemel kopuş hissi film açısından tehlike arz ediyor ki Khalfoun bu mevzuda da hazırlıklı. Bir kere elini şiddet konusunda hiç korkak alıştırmıyor. Frank’in takıntısı haline gelmiş ‘kadınların kafalarının saç kısmını bedenden ayırmak’ eylemi defalarca tekrarlanıyor, sizi irkiltiyor, uyandırıyor. Bu anların bazılarında Frank’in bakış açısından kopup geniş açıya geçen kamerayla biraz rahatlıyor sonra tekrar oyuna dahil oluyorsunuz. Gerilimin dozunu düşüren en büyük etkenlerden olan ‘tehlikenin bizzat kendimiz olduğu’ gerçeği ciddi handikaplar yaratabilecekken, az dozda aralara serpiştirilen üçüncü şahıs bakış açısı tıkanma anlarında günü kurtarıyor.

    Hikayeyi değil biçimi destanlaştıran Maniac’ın daha önce de belirttiğimiz ‘çocukluk travmaları’nı açma konusunda fazla derine inmediğini söyleyebiliriz. Kadına karşı kullanılan bu abartılı şiddete karşı tepkileri ise şimdiden duyar gibiyiz. Bu tip bir filmin mesaj verme konusunda herhangi bir derdi olmadığına adımız gibi emin olsak da 80’lerin muhafazakarlığının yine yerli yerinde durduğunu net bir şekilde seçebiliyoruz. Kadın seksüelliğinin bir zihne nasıl bu kadar hasar verebileceğini ister istemez düşünüyor, bir aile bireyi üzerinden bütün kadınlara karşı yapılan genel psikopat yaklaşımdan rahatsızlık duyabiliyoruz.

    Henry: Portrait of a Serial Killer’ı andıran genel yapısı, psikopatın arabasında yaptığımız yolculukların getirdiği kaçınılmaz Taxi Driver halet-i ruhiyesi, orijinal Maniac’ın ikonik posterine harika bir sahneyle selam durması, Elijah Wood’un sadece Frodo olmadığı konusunda Sin City’nin yanına eklemlenmesi ve Rob’un kolaylıkla Drive ile yarışabilecek muazzam elektronik müzik kullanımıyla değerlendikçe değerlenen filmin ‘iyi bir korku yeniden çevrimi ancak beş senede bir ortaya çıkar’ ön yargısını yok etmesi açısından da büyük bir önemi var. Yana kay Evil Dead, sana kardeş geldi…

    *editörün notu: POV (point of view) tekniği, bir oyuncunun gözüyle bakılıyormuş hissi uyandıran çekimlere verilen ad.

    firat_atac@hotmail.com / twitter: firatatac

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top