Brian De Palma'nın aslına döndüğü lezzetli gerilim...
Yazar: Ali Ulvi UyanıkBrian De Palma! 'Bay ağır çekim'! Plan-sekans ustası... Gölgelerin adamı. Eksantrik karakterlerin, bölünmüş kişiliklerin, tekinsiz tiplerin portrecisi. 20 yaşında "Icarus" (1960) adlı kısa filmle başlayıp, ilk uzun metrajlı filmi "Murder à la mod"(1968) ile ticari gösterimlere dâhil olduğu sinemada, insanların iç gerçeklerinin, bazen de sahip oldukları özel güçlerin bu dünyaya yaptığı garip katkılarla, kendine özgü estetik anlayışının altını çizerek ilgilendi... Hicivsel bakışa sahip esrarengiz, gerilim hikâyeleri ile komedilerden, korkunun has unsurlarını kullandığı filmlere ("Sisters" ; "Günah Tohumu (Carrie)" ) yöneldi... Hitchcock'un mirasını sahiplenmeye çalışsa da, bir süre sonra yasadışı yaşayanların öykülerine (Yaralı Yüz (Scarface); Carlito'nun Yolu (Carlito's Way)) ve savaşın çirkin yüzüne (Casualties of War) ve de metafiziksel serüvenlere (Görev Mars (Mission to Mars) ) daldı.
"Korku filmleri seyretmem ve tabii kendi filmlerime de gitmem" gibi bir laf ettiği kayıtlara geçen De Palma, olgun çağında, yani son 11 yılda, sadece dört film çekebildi. Eski formundan bir hayli yitirdiğini söylemek mümkünse de, sinemasını başından itibaren takip edenler için her daim sürpriz lezzetler sunduğunu da belirtmek gerek. "Öldüren Tutku (Passion)" tam da böyle bir film. Kırılma noktası olan bir cinayetten başlayarak, kadrajlardan ışıklandırmalara, özel renk seçimlerinden bölünmüş ekran psikolojisine, bir De Palma filminin izlerini taşımakta. Onun, örneğin "Öldürmeye Hazır (Dressed to Kill)" (1980) adlı, cinayet merkezli psikolojik gerilimini seyretmiş olanlar için bir 'deja vu' etkisi söz konusu olabilir.
Fransız usta Alain Corneau'nun (1943-2010) son filmi "Crime d'amour"un (2010) yeniden çevirimi olan filmi Berlin'de çeken De Palma, öykünün ana karakterleri olan iki kadın (aslında üç) arasındaki oyunda, insan ruhunun tüm karmaşasını ve değişkenliğini yansıtıyor.
Konu, aynı firmada, hem iş, hem de özel hayatları iç içe geçmiş kadınlar olduğunda, rekabet, kıskançlık, ihtiras, sahiplenme, intikam, sevme, hayranlık, irade çatışması, erkeklere göre, daha şiddet, anlam ve duygu yüklü tezahür ediyor. Yani kadınların dünyası, çok daha basit varlıklar olan erkeklerinkine göre oldukça tehlikeli. Film, rolleri sürekli değişen ve kendileri tam bir bulmaca olan iki kadının etkileşiminde, bir yerden sonra stiliyle seyirciyi kâbuslara dâhil ediyor... De Palma'nın kadim bestecisi, üretken İtalyan Pino Donaggio'nun gizemli müziği ile gölgelerine karıştığınız bir 'kara film'e dönüşüyor.
Filmdeki, Claude Debussy'nin "Bir faunun öğleden sonrası için prelüt"adlı eserinin Vaslav Nijinsky tarafından uyarlanmış balesine paralel cinayet sahnesi de, kadınlar için özenle seçilmiş gibi: Akıl, incelik, hayvani dürtü ve şehvet aynı varlıkta, hatta aynı anda! Rachel McAdams, Noomi Rapace ve Karoline Herfurth, üç farklı renkteki üç tekinsiz kadında, De Palma'yla mükemmel bir işbirliği gerçekleştirmişler.
Hikâyenin ayrıntılarına girmek doğru değil; şunu söylemekle yetineceğim. Modern dünyanın 'femme fatale'leri arasındaki mücadelelerde, eski sinemanın (50'lerin, 60'ların) izlerini sürerken, beyazperde hazzının zirvelerinde gezineceksiniz.