Hesabım
    Başkanların Hizmetkarı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Başkanların Hizmetkarı

    Karanlık, karanlığı kovamaz!

    Yazar: Misafir Koltuğu

    Bizim iki yüzümüz var” diyor Maynard, geleceğin azimli kölesi Cecil’e nutuk çekerken… “Biri sahip olduğumuz yüz, diğeriyse beyaz adamlara göstermemiz gereken yüz”. Dünyaya geldiği ilk andan beri alnına kazınan “kölelik” yazısıyla yaşamayı öğrenen Cecil, her iki yüzünü de büyük bir özveriyle muhafaza edebildiği sürece saygı görüyor, seviliyor...

    Cecil’in hikâyesi 1926 yılında Georgia düzlüklerine uzanan pamuk tarlalarında başlayıp, 2008 yılında Obama’nın seçimi kazandığı Washington dolaylarına kadar uzanan, kalabalık, çetin ve karanlık bir hikâye aslına bakarsanız. Onun pamuk tarlalarının göbeğinden kopup, grek tarzında döşenmiş devasa sütunların gölgeleri altında uzanan Beyaz Saray koridorlarına yaptığı alın teriyle ıslanmış seyahati; bildiğimiz “kişisel başarı” öykülerine pek de benzemiyor. Babasının gözlerinin önünde öldürülmesinin ardından, sürekli olarak hayatında birilerini kaybederek ödediği bedellerin ağırlığını taşıyan, tercihleri kendisinin yapamadığı kırmızı halılarla döşeli trajik bir yol Cecil’in yolu!

    Beyaz adamların dünyasına adım attığı ilk günden itibaren, “köle olmanın incelikleri” üzerine bol bol nutuk dinleyen Cecil, zamanla yolunu kaybetmiş. Bu karanlık yolda el yordamıyla ışığa doğru yönelmesini sağlayan ise ailesi. Fakat durmaksızın çalıştığı için çocuklarının büyüyüşüne tanık olamayan her aile babası gibi, bütün olup bitene adeta görünmez bir camın ardından tanık olmuş.

    Cecil’in bütün bu hareket içerisindeki tek amacıysa beyaz adamlara kendilerini güvende hissettirmek. Yani hayatını, kendisine tembihlendiği gibi “sessizce” sürdürmek. Bunun için de her zaman odanın bir köşesinde olduğu halde asla varlığını hissettirmemesi yeterli! Fakat görünmez adam olma konusundaki tüm becerilerine rağmen Cecil birileri için her daim görünür durumda. O birileri de nam-ı diğer Amerikan başkanları oluyor elbette!

    Cecil, neredeyse tüm yakın Amerikan tarihine Beyaz Saray’ın dört duvarı arasında tanıklık ediyor. Vatandaşlık hakları için verilen mücadeleler, Ku Klux Klan hareketi, Vietnam savaşı ve sonrasında yaşanan sendromu, Kennedy Suikasti, Kanlı Pazar, 68 Hareketi, Nixon’ın vaadleri, etnik temelli sokak çatışmaları ve daha niceleri… Başkanlar, vaadler, tarihler, ideolojiler hızla değişirken Cecil önemli bir şeyin değişmediğini görüyor: Siyahi ırka uygulanan tutum!  Bu süreci daha erken öngören oğlu, babası beyaz adamların kurallarına göre oynarken, onların duvarlar örüp, sınırlar çektiği dünyaya balyoz indirmeye çalışıyor. Bu noktada filmin meselesi “sokakta direnen mi kazanır yoksa dört duvar arasında da olsa tarihe tanıklık ederek doğru zamanı kollayan mı?” sorusuna yöneliyor. Yönetmen Lee Daniels, bu soruya net bir cevap getirmekten kaçınsa da, tüm dünya değişirken nereye ait olduğunu bir türlü bilemeyen Cecil’in şaşkınlığı ile oğlu Earl’in aktivist kimliği ile arasında bir yerlere iliştiriyor notunu!

    Finale doğru kopan Obama alkışları ile neredeyse Steve McQueen’in güzellemesi 12 Years A Slave gibi keskin bir viraj alan film, bu sebeple bir miktar ekşiyor ekşimesine de, 90 küsür yıllık ömrünü çatışmalara, tarafların fikirlerine ya da yaptıkları hatalara tanıklık ederek yaşamış bir adamın bu revizasyondan(!) medet ummasını da fazla garipsemiyoruz!

    Forest Whitaker’ın izleyiciyi şaşırtmayacak başarılı performansının yanı sıra, Oprah Winfrey’in sürpriz sayılabilecek resitalinin filmin gizli silahı olduğunu kabul etmeli. Bunun dışında Başkanların Hizmetkârı yıldızlar resm-i geçidi maiyetinde, çoğunlukla da doğru tercihlere sırtını dayayan bir film. Diğer yandan bir kurgusal film bünyesinde karşımızda en kalabalık “Amerikan Başkanı” kadrosu durduğunu da söylemeden geçmek olmaz!

    Başkanların Hizmetkârı, tıka basa Amerikan yakın tarihi ile semirtilmiş, bu zamana kadar bilinen tarihi gevelemelere “ilk elden” tanıklık eden Cecil Geines’in referansıyla desteklenen hızlandırılmış bir kronolojik tarih dersi veriyor. Nihayetinde son yıllarda vatandaşlık hakları adı altında karşımıza çıkan hemen her öykünün ince bir Obama güzellemesine dönüşmesi, söylemlerin samimiyeti konusunda düşünmemize neden oluyor!

    Fatih Yürür

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top