Sessizlerin sırrı...
Yazar: Serdar Kökçeoğluİnsanoğlunun bilgisayar teknolojisiyle kurduğu ilişkiyi ekonomiden siyasete geniş bir çerçevede ele alan üç bölümlük BBC dizisi All Watched Over by Machines of Loving Grace'de çok ilginç bir deney aktarılır. Loren Carpenter 1991 yılında bir salon dolusu insana 'pong' oyunu oynattırır. Salondakiler ellerindeki çift renkli pedallar sayesinde büyük ekranda başarılı bir oyun çevirirler. Ve fakat oyunun başarılı olması son derece ilginçtir çünkü insanlar oyun konusunda bir ön çalışma yapmamış, tamamen içlerinden geldiği gibi kullanmışlardır pedalı. Herkes 'bilinçsizce' pedalda doğru rengi seçmiş ve oyun böyle devam edebilmiştir. Carpenter'a göre ortak bilinçaltı yönlendirmiştir oyunu ve böylece iki gruba bölünen insanlar tıpkı iki insan gibi hareket edebilmiştir. Bazen kalabalıklar ortak bir karar almaksızın tek bir kişi gibi hareket edebilirler, bu gerçeği Fransa'nın güzel liman kenti Le Havre'de geçen 38 Şahit (38 témoins) filminde de görüyoruz.
Çin'e gerçekleştirdiği iş gezisinden dönen Louise, gelir gelmez kocasıyla beraber yaşadığı binanın önünde genç bir kadının vahşice öldürüldüğünü öğrenir. Akşam vakti işlenen cinayeti güya kimse duymamıştır; olayı görmediğini ve duymadığını iddia eden 38 şahit vardır ve bunlardan birisi de kadının kocası Pierre'dir. Şüphesiz ortada herkesin katıldığı bir duyarsızlık vardır ve polisin bile çok fazla kurcalamadığı bu sessizlik duvarı önce bir gazetecinin, daha sonra ise Louise-Pierre çiftinin katkılarıyla çatlamaya başlar. 38 Şahit, gerçek bir olaydan yola çıkılarak yazılmış bir romanı temel alıyor. Bu tür toplumsal duyarsızlık örneklerini dünyanın her yerinde görüyoruz; burada enteresan olan bir sokak dolusu insanın sanki önceden karar almış gibi olayı yok saymaya karar vermesi. İnsanlar olayın sonrasında da sessizliği korumak adına Roman Polanski filmlerini hatırlatan gizemli bir dayanışma ortaya koyuyorlar. Pierre suça ortak olmanın yükü altında ezilirken, sessiz kalmasını isteyenler tarafından mahalle baskısı görüyor. Birinin konuşması herkesin sessizliğini deşifre edecek çünkü. Cinayetin detaylarıyla, katilin kimliğiyle asla ilgilenmeyen 38 Şahit, sessiz kalarak suça ortak olanların hikayesini anlatıyor. 'Katil kim?' sorusunun yerini 'vicdanı olan kim?' sorusu alıyor ve hikaye müthiş bir canlandırmayla, biraz da umutlu bir şekilde sona eriyor.
Yönetmen Lucas Belvaux televizyon filmi standartlarında bir yapım bekleyenleri,Le Havre'yi bir hayalet şehir, oranın sakinlerini ise yarı ölü bireyler gibi gösteren ustalıklı yönetimiyle şaşırtıyor doğrusu. Hikayenin nereye gideceğini tahmin etmek güç değil, bazı diyaloglar ise gerçekçilikten son derece uzak fakat Belvaux atmosfere ağırlık vererek cool olduğu kadar etkileyici olmayı da başaran farklı bir dünya kurmuş. Yaşadıkları hayalet şehirden farksız olan insanların ortak bilinçaltı harekete geçiyor ve sessiz olmayı tembihliyor; doğrusu bir kişinin bile buna ters düşmemesi filmin en ilginç yanı.
Tıpkı yazının başında bahsettiğimiz oyundaki gibi bilinçaltı düzeyinde işleyen bir uzlaşma var ve bu görüş birliği oyunun devamını sağlıyor. Neyse ki bu oyunu bozan, gerçekleri söyleyen, cinayete dair konuşan birileri de çıkıyor. Aslında buradan gündeme de bir ok çıkarabiliriz sanki...
Her ne kadar iktidar Gezi direnişi için yurt içinde ve dışında bazı marjinal örgütleyici lider güçler arasa da, insanları sokaklara döken burada bahsettiğimiz türde bir ortaklık duygusuydu. Bazen herkes aynı anda susmayı değil, hakkını aramayı yani bağırmayı da tercih edebilir. Kitlelerin bilinçaltına inmeden kitle davranışlarını, psikolojisini anlamak çok mümkün değil.