Hollywood sineması üzerinde hakimiyetini epeydir sürdüren "arz – talep" meselesi, temellerini her gün biraz daha sağlamlaştırmaya devam ediyor. Sektörün seyirciyi sadece sinema salonunda bulunduğu süre kapsamında tatmin etme çabası günden güne biraz daha pürüzsüz bir başarıya ulaşmaya başlıyor. Hele bir de kendi fabrikasyonlarıyla ürettikleri, birbirinin aynı yönetmenler yetmezmiş gibi yurt dışından ihraç ettikleri yönetmenlerle stilizasyonda da bir çeşitlilik sağlamaya çalışan Hollywood piyasası, günden güne biraz daha tek yönlü, biraz daha amaçsız olmaya soyunuyor. Hollywood, dümdüz öyküsel kalıplarla, virajsız yoldan, güvenli bir şekilde gitmeyi her daim tercih ediyor.
Neredeyse her hafta yaşadığımız bu tekerrür duygusunu bize bu hafta yaşatan filmimizin adı da Son Vurgun (Contraband). Filmin öyküsü ve çıkış noktasındaki pırıltısızlığı bırakalım, akışı bile son derece tahmin edilebilir bilinirlikte. Bu işlerden elini eteğini çekmiş, sevdiğiyle mutlu bir eski azılı-suçlu, bir şekilde onu tekrar belaya doğru iteleyecek olan yakın yan-karakter ve hiç şüphe yok ki bu bataktan çıkıp daha tatminkar bir vaziyete erişebilmek için planlanan bir son vurgun... Kısacası, suç, aksiyon ve dram filmlerinin en tanıdık kalıpları bizi hiçbir an şaşırtmadan kombine edilip, aynen uygulanıyorlar. Başına gelen her şeye alışan sinema seyircisinin de filmin zeka yoksunluğu göz ardı edip ruhuna bürünmemiz ve bir adım sonrasını tüm kalbimizle bildiğimiz olan bitenden keyif almamız, hatta yaşananlara karşı bir heyecan duyması gerekiyor!
New Orleans'ın suç dünyasını elinden geldiğince gerçekçi bir şekilde takdim etmeye çabalayan yönetmenimiz Baltasar Kormakur'un bu amaç uğrunda aklına pek yaratıcı fikirler gelmemiş olacak ki, salt pastel renklere ve epeyce hareketli bir kameraya gömülü olan film bizi yalnızca bu hamleleriyle Hollywood tüketiciliğine yabancılaştıramıyor. Buna engel olan başlıca film unsuru ise elbette ki, tamamen rastgele bir şekilde filme eklemlenmiş olan yan karakterler ve hiçbir zeka parıltısı barındırmayan bir senaryo. Baltasar Kormákur'un eline verilen metni yalnızca filmi belli bir stile bağlı çekmek için kullandığı söylenebilir. Bu da ortaya yer yer adrenalin dozunu yükseltmeyi başaran, fakat hiçbir anında akılda kalıcı olmayı başaramayan bir sıradanlığı çıkarıyor.
Filmin ana fikir bazında da belli bir etiğe göre hareket etmediğini söylemek lazım. Filme çok ilginç bir şekilde katılan "kötü adamlar ve onlardan daha kötü adamlar vardır, ve asıl suçlu olan daha kötü adamlardır" alt mesajı, Chris karakterinin geri döndüğü suç dünyasından aldığı derin keyifle destekleniyor. Filmi izlemiyor olsak, anti-karakterlerle süslenmiş bir kara film ile karşı olduğumuzu sanabilirdik, lakin izlediğimiz şey, özellikle aile üzerine övgüler dizen ve ahlaki boyuttan bir an bile ayrılmayacağının sinyallerini veren bir aksiyon filmi. Bu mevzuunun da öncül olarak altığını çizdiği konu, elbette ki filmin neye hizmet ettiğini çözemiyor oluşu.
Tamamen vasat bir temele oturtulmuş filmin oyuncuları da, filmin bu özelliğine büyük katkı sağlıyor. Oynadığı filmin janrı ne olursa olsun, tipik karakteriyle vedalaşmayı bir türlü başaramayan Mark Wahlberg, filmin başrolünde vasatı hiçbir şekilde aşamayan bir performans sergiliyor. Filmin kötücüllük oranının büyük bir miktarını üstlenen Giovanni Ribisi ve Ben Foster da, her detayıyla karikatürize karakterlerine mahkum bir biçimde can çekişiyorlar. Kısacası filmin kalıplara sıkışmış olan akışı, oyunculuk bazında da kendini gösteriyor.
Son kalemde, Son Vurgun afişinden ve plot'undan anladığınız kadarını görselleştirmekle yetiniyor. Ne türe yeni bir bakış getirme çabası, ne de teknik olarak yepyeni bir stil sunma çabası var prodüksiyonun. Yıkılmaya hazır bir dramatik yapıya bağlı olarak iki saatinizi pek sıkılmadan tüketmek dışında size hiçbir şey katmayan bir film izlemek istiyorsanız, kusursuz bir tercih sizleri bekliyor.
kaankarsan@gmail.com twitter.com/kkarsan