Hesabım
    Cennet
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    1,5
    Kötü
    Cennet

    Cennet

    Yazar: Ali Ercivan

    Araf'tan tanıdığımız yönetmen Biray Dalkıran ile klip yönetmenliği kökenli olduğunu anladığımız senarist Burak Sesli'nin eseri Cennet, post-prodüksiyon süreciyle ilgili koparılan onca gürültü ve birkaç aylık ertelemenin ardından, cılız bir tanıtımla vizyona sokuluyor. Dağıtımcılar filme inanmadılar mı acaba? Haksız sayılmazlar.

    Filmin merkezinde Can adlı karakter var. Annesinin ölümünün ardından geçirdiği travma sonucu akli dengesi bozulan Can, kendi kafasında var olan bir Cennet'te annesiyle iletişim kurmayı sürdürmektedir. Sağlık durumu ağırlaşınca, tedavi edilmek üzere babası tarafından bir akıl hastanesine getirilir. Burada hem üzerinde deneysel bir tedavi uygulanacak hem de Can kendi hayal dünyasını paylaşan bir başka hastayla, genç bir kızla iletişim kuracaktır.

    Filmin tüm problemleri bir yana, ortada gerçekten neresinden tutsanız elinizde kalacak bir senaryo var. Kaba bir şekilde kurulmuş olan dramatik yapı, yine de iyi bir kalemin elinde pekala filmi taşıyabilirmiş. Ancak kötü enformatik diyaloglar silsilesi, işlemeyen karakter ve ilişkiler ağı, cevaplanamayan senaryo boşlukları ile maç zaten baştan kaybedilmiş.

    En basitinden, "Nasılsın?" sorusuna birden fazla karakterin "İyi diyelim." şeklinde cevap veriyor olması bile, senaristin aslında tüm karakterleri bizzat kendi ağzından konuşturduğuna ve dolayısıyla karakter yazmak konusunda yetersiz kaldığına dair bariz bir ipucu. "Oğlunuzu kaybetmekten neden bu kadar korktuğunuzu anlamıyorum!" gibi bir doktorun nasıl sarf ettiğini anlamanın mümkün olmadığı, akla ziyan replikler de cabası.

    Ortada deneysel bir ilaç ve tedavi var. Bu tedavinin doğasını pek anlamıyoruz doğrusu. Güdük bir odada, Yeşilçam yapımı bilimkurgu filmlerini hatırlatan, üzeri düğmelerle dolu bir makine ve komik bir monitörle tedavi süreci kontrol ediliyor. Arada gelişme kaydedildiğinden bahsediliyor ama çoğu zaman biz o iyileşmeyi karakterde görmüyoruz.

    Bir de sanki sahne sıralamasında bir karışıklık olmuş hissine kapılıyor insan zaman zaman. Can'la özel olarak ilgilenen doktor Tuba, "İlk kez isminin Can olduğunu kabul etti" dediğinde mesela, asistanı olan diğer doktorun aynı şeyi sahneler önce söylediğini hatırlıyoruz. Bir başka noktada Can kendini öldürmeye çalışıyor ama hemen ardından gelen sahnede doktor gülümseyerek gelişme kaydettiklerinden bahsediyor. Ya da dışarıda son derece iyi vakit geçirdikleri bir akşamın ardından eve mahzun surat ifadeleriyle, sanki kavga etmiş gibi girmelerini mi örnek vermeliyim. Yok, bu böyle sürer gider. Ben en iyisi başka problemlere geçeyim.

    Mesela filmin ne kadar kötü kurgulandığından bahsedeyim. Algılanması zor, çok kısa tutulmuş yakın planlarla fazlaca parçalanmış birçok sahne. Çok kez yanlış yerden plan bölündüğüne de şahit oluyoruz. İlaç şirketinde, yetkili kişi ile doktor arka planda uzaklaşırken, niyeyse uzun süre boş boş birbirine bakan ön plandaki figürasyonda kalıyoruz. Veya bir amors planında, oyuncu daha yerini almadan plana kesildiği için saniyelerce bir ense ve duvar izliyoruz.

    Filmin çok bahsedilen görsel efektleri, fazlasıyla sırıtan bir uçma/düşme sahnesi, birkaç animasyon planı ve yoğun ışık-renk oyunlarından fazlası değil pek. Renk düzeltme aşamasında da o kadar oynanmış ki görüntülerle, çoğu iç mekanda oyuncuların tenleriyle duvar renkleri birbirinin aynı hale gelmiş.

    Oyunculukların çoğu için de parlak şeyler söyleyemeyeceğim. Kimine zaten daha fazlasını yapabilecekleri bir malzeme sağlanmamış; kimiyse en baştan rolleri için yanlış tercihler. Fahriye Evcen, ne varsaydığımız karaktere ne de içinde bulunduğu çevreye bir an olsun uymuyor. Karakteriyle ilgili sözde sürprizin o uyumsuzluğu gerektirdiği düşünülüyorsa, buna da katılmıyorum. Çünkü bu haliyle o sürprizi en baştan ele veriyor.

    Yetenekli bir genç oyuncu olan Engin Altan Düzyatan, şüphesiz kendinden bekleneni çok başarıyla yerine getiriyor. Ama canlandırdığı büyük ölçüde düz bir karakter. Ve hem onun hem de filmin handikabı, Can'ın bu filmi izlenebilir, cazip kılması mümkün olmayan, sevilebilirliği ya da empati kurulabilirliği bulunmayan bir karakter olması. Baştan projenin bir cazibesi yok yani. Cennet'in anlattığı önemli veya ilginç bir tema, bir karakter, bir olay yok. Bir film yapmaya karar vermeden önce bunları sorgulamak gerekmez mi?

    Ve siz izleyicilere/okuyuculara şunu da sorarak yazımı noktalamak istiyorum: İki metre ötenizde biri parmaklıklara tırmanıp kendini yüksek bir yerden aşağı bırakmaya hazırlansa, durduğunuz yerde çığlık mı atarsınız yoksa onu durdurmak için bir şeyler mi yaparsınız? Onu geri çekmeniz yeter mesela. Hepimiz bunu düşünebilecek kadar akıllıyız. Ama ne yazık ki sezonun en başarısız yerli yapımlarından bir diğeri olan Cennet, bizi pek o kadar akıllı yerine koymuyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top