Gelmeseler de Olurdu!
Yazar: Ali ErcivanCesaret göstermiş bir filmin başarısızlığı mı daha kötü? Yoksa baştan aşağı vasatlıktan ibaret bir film mi? İlk seçenek yine de içinde bir saygıdeğerliği barındırmıyor mu?
Küçük ve sevimli Ege kasabalarına Çinliler değil, Türk film ekipleri gidiyor bir süredir akın akın. Bayağı kalkındırıyor olabilirler bastıkları toprakları. Seyircimizin bu sözde sıcak, sevimli, eğlenceli Ege filmlerinden ne zaman bıkacağını zaman gösterecek. Ama henüz vakit varken meyve veren ağaçtan faydalanmak gerek diye düşünülüyor herhalde.
Bize sinema okulunda dekupaj yapmak ve masraflı çekim aşamalarını ekonomik bir şekilde kotarmak için öğretilen, Yeşilçam gibi tüm dünya sinemasının da uzun yıllar boyu kullandığı yöntemler vardı. Kağıt üstünde senaryoyu planlara bölmeye ve pelikülü boşa harcamamak için bir plan içinde ne varsa sadece onu çekmeye dair yöntemlerdi bunlar. Yani sahneyi çekim boyunca baştan sona oynatmak yerine, önceden belirlediğiniz planları ayrı ayrı çekmek, daha fazlasını oynatıp boşuna film harcamamaktı buradaki amaç. Dolayısıyla kurgunuz, çekimden önce kağıt üstünde yapılmıştır ve çekim malzemesi size montajda daha fazlasını yaratma olanağını pek vermez.
Dünya sineması, bu yöntemi çoktan terk etti. Olsa olsa, Yeşilçam gibi ekollere göre eğitilen sinema öğrencileri, ilk kısa filmlerinde kullanırlar bu usulleri. Doğrudur ya da değildir; dünya sineması bugün artık sahneleri farklı açılardan bütün olarak çekip eldeki malzemeden nasıl bir film çıkarılacağına montajda karar verme yolunu daha sık takip ediyor. Öyle ki, Steven Soderbergh gibi bir yönetmen yeni filminde (The Good German) eski "metotları" uygulayınca, bu fazla "entelektüel" girişim yadırganıyor ve yaptığı, deneysel bir çaba olarak algılanıyor.
Bütün bunları neden anlattığımı herhalde tahmin ediyorsunuzdur. Zeki Ökten tarafından yönetilmiş ve senaryosu, yönetmenin daha önce büyük gişe başarısına ulaşmış ucuz gözyaşı sömürüsü filmi Güle Güle'ye de imza atan Fatih Altınöz tarafından kaleme alınmış olan Çinliler Geliyor, tüm bu bahsettiklerim için iyi bir örnek oluşturuyor. Filmi izlerken, her oyuncunun sırası geldiğinde rolünü yaptığı ve ardından sıradaki oyuncunun rolünü yapmasını beklediği ve bu beklentinin ancak bir sonraki planda karşılandığı hissinden kurtulamıyorsunuz. Belli bir kuşağın sinemamızdaki temsilcilerinin son dönem filmlerinde hep rastladığımız, sinemanın gelişimine ayak uyduramamış olma durumu Ökten için de geçerli gözüküyor.
Şunun yanlış anlaşılmasını istemem: Metotları miadını doldurmuş olsa bile, Yeşilçam'ın büyük ustaları küçümsenemez. Memduh Ün gibi bir kurgucunun elinde Çinliler Geliyor öyle bir kırpılır, törpülenirdi ki ziyan olan peliküle içiniz acırdı. Yazık ki böyle bir kurgucu da yokmuş ortada. Oyuncuların sağlamaya çalıştığı tüm doğallığa rağmen, hiçbir gerçeklik hissine imkan vermeyecek bir sinema dili var karşımızdaki filmde. Bir plan, bir mizansen bitiyor; ardından diğeri başlıyor. Arada fazlalıklar, sarkmalar. Ritmsiz, ağır aksak, müsamere tadında bir film kalıyor geriye.
Sorun sadece sinema dili mi? Keşke orada bitse. Her şeyden önce bir dramatik yapısı yok Çinliler Geliyor'un. Bir kasaba var. Çeşitli insanlarını kısaca tanıyoruz. Sonra kasabaya Çinli'lerin geldiği haberi yayılıyor. Amaçları, bir yatırım için arsa bakmak. Söz konusu bölgede toprağı olan tüm kasabalılar bir heyecana kapılıyor. Köşeyi dönme umuduyla çeşitli dolaplar dönmeye başlıyor, bu arada eski güzel değerler unutuluyor vs. vs.
Sonra da film bitiyor. Evet, öyle. Bir an içiniz falan geçtiyse, arada bir şeyler kaçırdığınızı düşünebilirsiniz ama hayır. Film gerçekten öyle apar topar, hiçbir sonuca bağlanmadan bitiyor. Çinlilerin geldiğini falan görmüyoruz. Tamam, amacı anlıyorum; zamanında Türkiye'de "Çinliler gelecek" yaygarasıyla dönen tezgahların ardından aslında bugün hala kimsenin gelip gitmemiş olmasının, sadece o esnada bizim neler kaybettiğimizin öyküsü anlatılmak isteniyor ama beni filmin kendi dışındaki çağrışımlarından önce perdede izlediklerim ilgilendiriyor. Perdede, tamamlanmamış bir sürü yan öykü ve hiçbir sonuca bağlanmamış bir tema görüyorum. Daha fazlasını gören beri gelsin. Okumaktan, dinlemekten çekinmem.
Zayıf senaryosu ve yönetimine rağmen, en azından oyuncuların ellerinden geleni yaptığının hakkını verelim. Özellikle Salih Kalyon seyirciden birkaç kez kahkaha koparmayı başarıyor. Ama çoğu iyi çizilememiş karakterleri içinde oyuncular da filmi kurtarmaya yetmiyor. Zaten çoğu rol, tipleme düzeyine bile ulaşamayıp karikatür boyutunda kalıyor. Televizyon dizisi olsa bu karakterler, filmin meramı bir sezonda ancak anlatılabilirmiş. Gerçi o zaman bile ilgi çekici olacağı şüpheli. Temcit pilavı gibi önümüze sürülen şirin Ege kasabası öykülerinin artık ufaktan kabak tadı vermeye başladığını da fark ettiriyor. En azından mekanı, filmin yaşayan bir karakterine dönüştüremedikleri sürece... Çinliler Geliyor, yerel bir doku yakalayamadığı gibi, ister yerel ister evrensel olsun, bir cümle de kuramıyor. Olacak O Kadar skeçlerini anımsatan kaba tavrı ve tüm sinemasal vasatlığı içinde, malesef ilgiyi hak etmiyor.