O? Çocukları
Yazar: Ali ErcivanBeynelmilel ile tanıdığımız Sırrı Süreyya Önder'in bu kez sadece senarist olarak iştirak ettiği O. Çocukları, kuşkusuz hem tartışma yaratacak hem de seyirci çekecek ismiyle sinemalarda. Tam başka bahara kaldı derken hızla çekilip vizyona yetiştirilen film, yine 12 Eylül sonrası cunta yönetimi döneminde geçen bir öykü anlatıyor.
Kocası ve kardeşi içeri alındıktan sonra küçük kızı Hazan ile birlikte saklanmaya başlayan Meryem, kendisine yardım eden Saffet tarafından Mehtap Anne'nin evine yerleştirilir. Eski bir hayat kadını olan Mehtap Anne, şimdi bu evde başka hayat kadınlarının çocuklarına bakmaktadır. Saffet, Meryem'i yurtdışına kaçırmak için bir gemi bulur. Fakat küçük Hazan bu yolculuğu tamamlamakta zorlanacağı için, onu İtalya'ya vardıktan sonra başka bir yolla aldırmaya karar verirler. Diğer çocuklarla birlikte kalan İstanbul'da kalan Hazan üzgündür.
Birkaç ay sonra, yarı Türk yarı İtalyan Donatella gelir Hazan'a yardım etmeye. Ona iki ay içinde İtalyanca öğretecek ve 23 Nisan'da gelecek bir İtalyan ailenin çocuğu rolünü oynayarak yurt dışına kaçmasına yardım edecektir.
Sırrı Süreyya Önder, gelecekte çok daha büyük ve başarılı işlere imza atacağına inandığım, iyi bir senarist. En büyük gücü de bildiği şeyler hakkında yazıyor olması belli ki. 12 Eylül döneminde yaşanan acı hikayeleri iyi gözlemlemiş ve bunları çok yerinde bir komedi üslubuyla anlatmayı başarıyor. Her şeyden önce, bir derdi var.
O. Çocukları da çok etkileyici öykülerden ve karakterlerden oluşuyor. Ancak son yılların en iyi yerli filmlerinden Beynelmilel'in birçok açıdan gerisinde kalan, mayası tam olarak tutmayan bir film olarak da kalıyor ne yazık ki. Bunda çok dar bir zamanda hayata geçirilmiş olmasının da payı var galiba.
Önce olmayan kısımlarından bahsedeyim ki, sonra meziyetlerini sayarak kapatayım yazımı. Bütün etkileyici öykülerine rağmen, O. Çocukları'nın senaryosu çok fazla lafa dayanıyor. Derdini çok nadiren görsellikle ama sürekli diyalogla anlatıyor senarist. Zaman zaman fazla didaktik olmaktan, slogan atmaktan da kurtulamıyor doğrusu. Sonuçta iyi oyunculuklar ve rejiyle kapatılamayacak sıkıntılar değil bunlar. Fakat Beynelmilel'de ne kadar başarılmışsa bu, O. Çocukları'nda da başarılamamış.
Yakın zamanda 120'nin ortak yönetmenliğini de yapmış olan Murat Saraçoğlu, ne yazık ki elindeki senaryoyu etkili bir şekilde perdeye aktaramamış. Rejiye dair kağıt üstünde hesaplanmış birçok iyi fikrin uygulamasının başarılı olmadığını görüyoruz. Filmin açılışı gibi kimi güçlü sekanslara rağmen, eksik kalan çok yer var; özellikle de final.
Her şey biraz aceleye gelmiş final sekansında ve polisler de olay akışına yedirilemediği için bir heyecan da çıkmamış. Senaryoda, bana Murnau'nun sessiz sinema başyapıtı Son Adam'ın finalini hatırlatan, seyircinin gözlerini adeta mutluluktan yaşartması gereken oyun, Hayati'nin son fikri, hiçbir etki uyandırmadan, hatta kimilerine saçma gözükecek şekilde cereyan ediyor. Film boyunca kurulan her şey, karşılığı etkili biçimde alınamadan geçip gidiyor perdeden son dakikalarda.
Oyuncu seçimleri de bazen ellerini kollarını bağlıyor tabii yaratıcıların. Filmin en önemli öykülerinden biri, Donatella ile Saffet arasındaki yakınlaşma. İtalyanca'yı hiç beceremeyen ama buna karşı Türkçe'yi de fazla düzgün konuşan Özgü Namal'ın bu filmde bir inandırıcılık problemi var. Ancak esas büyük sorun, kendinden bir jön yaratmak için büyük çabalar harcanan Sarp Apak'tan kaynaklanıyor. Daha önce Plajda filmiyle ilgili olarak yazdıklarımdan farklısını düşündürmedi bana burada da. Bir filmin esas erkeğini oynayacak deneyime sahip olmadığı gibi, bu örnekte iyice sırıtıyor, birkaç yüz ifadesinden ibaret oyunculuğuyla filme bayağı zarar veriyor.
Filmin görüntü yönetimiyle ilgili de ufak tefek sıkıntıları var. Renk düzeltmede ten renklerinin bayağı bozulduğuna çok sık rastlıyoruz. Ama müzikle ilgili dertlerin yanında bu yine çok önemsiz kalıyor. Yer yer etkili olsa da genelinde son derece abartılı olan müzikler, kulak tırmalayıcı ölçüde yüksek kullanılmış. Kimi zaman görüntülerin derdini anlatamadığını düşündükleri yerlerde iyice coşmuşlar hatta. Bazen diyalogları bastıracak denli yükselen müzikler, Türk sinemasındaki yanlış müzik kullanımına bir diğer örnek sadece.
Yavaş yavaş olumlu taraflarına geçeyim. Bir kere çocuklardan bahsetmeden olmaz. Ana karakter olan Hazan'ı canlandıran küçük kız, kendisine fazla dramatik bir rol yazılmış olmasından dolayı bayağı zorlanıyor doğrusu ama geri kalan tüm çocuk oyuncular şahane. Filmi keyifle izlettiren unsurların başında geliyorlar.
Ama filmi esas taşıyan kesinlikle Demet Akbağ. Usta oyuncu, yine unutulmaz bir performansa imza atıyor. Onun örneğinde, diyaloglardaki didaktikliğin nasıl iyi oyunculukla pekala gizlenebildiğini ve perde hakimiyetinin nasıl bir şey olduğunu görüyoruz. Ve belki bunun da katkısıyla, Dona-Saffet öyküsü ne kadar zayıf kalıyorsa, Dona-Mehtap Anne çatışması da o kadar iyi işliyor.
Bir diğer başarılı performans ise İpek Tuzcuoğlu'ndan geliyor. Tabii kendisine yazılan rolün ve bu karakterin öyküsünün güzelliği, etkileyiciliği de lehine çalışıyor. Hatice karakteri, filmin gerçekten en güçlü yan öyküsünün merkezi. Seyirciyi ağlamaktan perişan edebilecek olan bu yürek paralayıcı öyküyü, yazık ki yönetmen tam potansiyelinde değerlendiremiyor.
İki saatlik süreye rağmen, montajda çıkarılmış daha çok sahneler olduğunu tahmin ediyorum. Sonunda somut bir yere varmayan Dona-Saffet aşk hikayesinden biraz feragat edilip, finalde polislerin de içinde olduğu daha kuvvetli bir entrika kurulsa mesela, filme çok daha faydası olurmuş. Uzun lafın kısası, müthiş bir film olabilecekken direkten dönmüş bir fırsat olarak kalıyor O. Çocukları. Yine de Sırrı Süreyya Önder'in gelecekte çok daha başarılı işler yapacağının sinyallerini bir kez daha veriyor. Yeni başlayacağı filmde ona bol şans diliyoruz.