Takiye: Allahın Yolunda
Yazar: Murat Tolga ŞenSinemacılarımızın cesur olduğu söylenemez. 70'lerde Don Kişot misali yel değirmenlerine saldıran Yılmaz Güney ve ondan etkilenen bir avuç sinema insanını saymazsak güncel meselelerden ısrarla uzak duran ve 80'lerdeki kadın filmleri gibi, olmayan dertleri aktardığını zanneden bir tayfanın cılız çığlıklarından fazlası yoktur. 12 Eylül 'ün, üzerinden 30 yıl geçtikten sonra ancak deşilebilmesinden de bellidir bu.
Oysa sinemanın eğlendirmekten başka amaçları ve gücü vardır. Ne yazık ki bu güç çoğu zaman kamuoyunu provoke etmek ve yönetmek için kullanılır. Neyse ki bu defa amaç farklı ve samimi... Yapımcılığını bir Türk, Alman ortaklığı olan Film Fabrik'in üstlendiği, yönetmenliğini ise TV'ye yaptığı işlerle tanınan Ben Verbong'un üstlendiği Takiye / Allah'ın Yolunda, öncelikle çok doğru bir zamanlamaya sahip. Bir nevi "uyandırma ve bilgilendirme servisi" olma amacı güden film, finale doğru kişisel bir intikam alma çabasına dönüşüp politik gücünü ve ciddiyetini kaybediyor olsa da, çıkış noktasında çok doğru sorular soran ve inancın sömürülüşünün nerelere kadar gidebileceğini gösteren özel bir yapım. Bu noktada, geçtiğimiz yıllarda izlediğimiz Takva ile benzerlikler taşıyor. Fakat Takva'nın başına gelenin bu filmin başına da geleceğinden korkarım. Takva, inancı değil inancın sömürülmesini eleştirirken kasıtlı bir şekilde yapılan kirli bilgilendirme ile farklı bir anlam yüklenmişti. İslamcı sinema yazarı olarak bilinen Ali Murat Güven'in filmin asıl mesajını açıklamaktaki canhıraş çabası ise neredeyse camiadan dışlanmasına yol açacak kadar ciddi ve olumsuz bir tepkiyle karşılanmıştı. Bu da köşeye sıkıştıklarında, din baronlarının her şeye rağmen nüfuzlarını korumakta ne kadar güçlü olabileceğinin güzel bir ispatıydı sanırım.
Takiye, ısrarla üstü örtülmeye çalışılan, başka bir ülkede olsa hükümetler götürecek olan İslami holding rezaletini, abartılı bir dramatizasyonla kurgulamış olsa da, gösterilen acı hala canlar yakıp, yuvalar yıkıyor. Film tam bu noktada, Kurtlar Vadisi Irak'ın milliyetçi bünyelere yaptığına benzer bir şekilde, toplumun ihtiyaç duyduğu katarsisi sağlamak niyetinde.
Aslında son derece başarılı bir kurguya ve sarkmayan bir tempoya sahip filmin en büyük kusuru sonradan yapılan dublajın oldukça sırıtıyor olması. Buna Ali Sürmeli, Özay Fecht, Rutkay Aziz gibi eski ustaların yanında acemileşen bazı oyunculuklar da eklenince film gücünden ve kalitesinden bir miktar kaybediyor. Ayrıca filme getirilen 13 yaş sınırlaması ve komedi filminden başka bir şey seyretmeyi unutan seyircinin ilgisizliği de eklenince, keşke Ben Verbong popüler sinema yapmak adına bu kadar çabalayacağına, aksiyondan tamamen vazgeçip baştaki politik ve doğru tavrı sürdüren bir film yapsaydı diye düşünüyor insan.
Filmin boğazımı düğümleyen sahnesi ise ustam diyebileceğim sinema yazarı Ali Murat Güven'in de işaretlediği an olan, Özay Fecht'in oynadığı Anne karakteri ile oğlu Metin arasında geçen diyalog. Onun yazısından aktaralım; Metin, ailesinin bütün üyelerinin ortaklaşa biriktirdiği 25.000 Euro'yu, Jimpa Holding'e yatırmak üzere annesinden teslim alırken, "Allah'ın izniyle en doğrusunu yapıyoruz" der. Annesinin ona verdiği cevap ise bütün bu öykünün nefis bir özeti niteliğindedir: "Bana kalırsa, bu işin Allah'la hiç bir ilgisi yok be oğlum..."
Takiye, gişede yalnız bırakılmaması gereken bir çaba. Sinemada asla görülmeyecek kadar pespaye işlere, sırf gülme ihtiyacını gidermek için bilet alıp giren seyircinin artık bu kaçış sevdasından sıyrılıp, tüm zaaflarına karşın bizi gerçekten ilgilendiren sorunlardan bahseden bu filme gereken ilgiyi göstereceğini umutsuzca dilemekteyim.