<b>Eski Açık Sarı Desene</b>: Futbolu Yeniden Kurgulamak
Yazar: Murat GüneşGeçtiğimiz on yıl Türk futbolunun milli takım ve klüpler seviyesinde uluslararası başarı grafiğinin ani bir ivmeyle yükseldiği bir dönem. Türk futbol tarihinin en parlak günlerinde yaşamakta olan futbol tüketicisi kitlenin futbola bakış şeklinde farkedilir bir olgunlaşmanın gözlenmesindeki gecikme ve bu olgunluğun yaygınlaşamaması ise dev bir sektör olan futbola yapılan yatırımlar, bu sporun popülerliği gibi verilerle bir bağıntısızlık içinde görünen futbolu kitlelere farklı bir şekilde gösterme çabasındaki insan ve kurumların azlığı ve etkisizliğine bağlanabilir. Böyle bir çerçeveden bakıldığında Ömer Ali Kazma ve Tolga Yüceil’in Eski Açık Sarı Desene’sinin futbolu gösterme şeklindeki özgünlük özellikle yapıtın geniş kitlelerce sinemada izlenme olanağı bulmasıyla anlam ve değer kazanıyor.
Ömer Ali Kazma Türkiye'de 7. Uluslararası İstanbul Bienali’ndeki video çalışmalarıyla ve İKSV’nın 2001 yılında düzenlediği film, müzik ve caz festivallerinin tanıtım kliplerini (Paris’te Son Tango’nun istasyon sahnelerini hatırlatan, seyir halindeki bir trenin pencereleri ile bir film şeridinin akışı arasında paralellik kuran videoyu hatırlayın) yaratan ekipte yer almasıyla tanınan bir isim. Kazma’nın videolarında hareket, süreksizlik, dil, iletişim, ritm gibi öğeleri ayrıştırırken kullandığı, teknik süreçlerle sıkı bir şekilde entegre olmakla birlikte kimi zaman onların bir tür sorgulamasına da dönüşebilen anlatım biçimlerinin bir kısmının ve kabaca bunların belirlediği genel üslubun izleri Eski Açık Sarı Desene’de de rahatça görülebiliyor. Ancak bunların ötesinde Yüceil’in görüntüleri ve Kazma’nın kurgudaki tercihlerinde futbolu alışık olunandan farklı bir açıdan gösterme kaygısının her seferinde öne çıktığı ve bu amaca hizmet edecek biçimde şekillenmiş tavır ve müdahaleler yer alıyor.
Futbolun görüntülerini kısa vadede maçlardan sonra tekrar tekrar izletmek ve tartışmalı pozisyonları yorumlatmak, uzun vadede ise arşivlemek ve popüler kültürün birer parçasına dönüştürmek üzere kaydetme işleminin kitlesel medyada halihazırdaki hakim aracı olan video formatı Eski Açık Sarı Desene’de belki sınırları denenircesine esnetilmese de televizyondan futbol izleme deneyiminde pek de alışık olunmayan yönlere doğru çekiliyor. Böylelikle Kazma sadece soyunma odalarını ve otobüs yolculuklarını görüntüleyerek futbolcuların ve dolayısıyla futbolun taraftarlarca görülemeyen yüzlerini onlara göstermekle kalmıyor, fazlasıyla görülen yüzlerini de taze bir bakış açısıyla yeniden sunuyor.
Daha ilk dakikalarda yer alan, futbolcularla yapılan röportajlardan seçilen kısa ve çoğu kez futbolla ilgisiz ve tek başına bir anlam ifade edemeyen ve arka arkaya geldiğinde de komik bir etki yaratan cümle parçalarıyla yapılan kurgu bunun ilk örneğini vererek seyirciyi yapıtın diline alıştırmayı amaçlar gibi. Kazma burada önceki bazı video çalışmalarında olduğu gibi varolan bir diyaloğu yeniden kurgulayarak dilin iletişimdeki engelleyici rolünün yaratabileceği durumlarla bir oyun oynuyor. Benzer kurgu müdahalelerine yapıt boyunca özellikle Fatih Terim’in futbolculara verdiği talimatlar sırasında rastlamak mümkün.
Kurguda bu denli üzerinde oynanmış, binlerce parçaya ayrılmış olmasına rağmen saf, işlenmemiş aktüel kamera görüntüsünün, sürekli hareket halindeki birinci şahıs perspektifinin getirdiği gerçeklik hissi de yapıtın önemli dayanaklarından biri. Soyunma odalarında kimi zaman kendini unutturmaya çalışarak görüntü avlayan, kimi zaman koridorlarda olanca hızıyla futbolcu kovalayan, saha kenarında her yönde hareket etmeye hazır el kamerası, Dogma’daki anlamıyla her seferinde 'olayın olduğu yerde'; elbette yapıtın belgesel niteliği düşünüldüğünde bunda şaşılacak bir yan yok, fakat maç öncesi ve sonrasının gerilimli ortamında, futbolcuların içinde olduğu gergin konsantrasyon halinde bunun bazı teknik feragatlerle de olsa başarılabilmiş olması kayda değer.
Eski Açık Sarı Desene’nin estetik niteliğinin dayandığı nokta da burada belirginleşiyor: Kazma seyirciyi stadyumda yanıbaşında da olsa asla göremediği ve televizyonda da sadece belli kalıplar ve sınırlara hapsedilmiş şekilde kendisine sunulan bir gerçekliği çok daha canlı ve sıcak bir anlatımla görme fırsatını buluyor. Son yıllarda futbolu stadyum dışından izleme ritüelinin dev ekranlı televizyonlar, isteğe göre pek çok farklı açıdan tekrarlarla, birden fazla spikerle yapılan dijital yayın gibi teknik gelişmelerle koşut bir biçimde 80’lerin statik, nötr TRT deneyiminden oldukça farklılaştığı açık. Bununla birlikte maç öncesi ve sonrası futbolcular ve teknik kadroların görüntüleri, onlarla yapılan röportajlar, maç sonrası olaylar, yorumlar, kısaca doksan dakikalık oyunun öncesi ve sonrasına ait herşeyin sunumu kitlesel medyada hakim olarak halen son derece sığ ve sabit bir çerçevede sunulmaya devam ediyor.
Küçük farklılaşmalar yok değil; yazı-tura merasimi sırasında orta yuvarlağa kadar fırlayıp oradaki diyaloğu seyirciye aktaran, kırmızı kart gören futbolcuyu soyunma odasına kadar takip edip yaşadığı hezeyanı belgeleyen, devre arasında sahayı terkeden futbolcuların gergin konuşmalarını yakalayan kamera görüntüleri yaklaşık olarak son bir yıldır spor programlarında yer edinebilmeye başladılar; çekim sürecinin geçtiği dönem aşağı yukarı bu bir yılla çakışan Eski Açık Sarı Desene’yi bu tür estetik farklılaşmaların daha öznel, radikal bir uzantısı olarak algılamak ve yenilerini tetikleyeceğini ummak mümkün.
Her ne kadar kendini hantal bir şekilde yenilemeye uğraşsa da televizyonun futbolu kitlelere gösterme biçmi bir şekilsel dayatmadan asla kurtulamayacak gibi: futbol sahasının izometrik görünümünü sunan hakim kamera perspektifinin dayatması. Yoğun kullanımından ve tribünde oturan seyircinin bakışından konumu itibariyle çok da farklı olmamasından ötürü adeta doğal sayılan ve izleme deneyimi üzerindeki etkisi farkedilmeyen bu perspektif futbol seyircisini futbolcuların da kendisi gibi sahadaki 22 oyuncunun ve topun yerleşimini ve hareket eğilimlerini bir 'büyük resim' olarak her an algılayabildiğini düşünmeye itiyor. ('Hakan bekliyor yaa Hakan’a atsana salak!' ... 'Hadi be hızlı çıkın sağ kanat bomboş!' ... ) Oysa sahada üzerindeki baskı, psikolojik durumu, ve hepsinden daha basiti, oyun mekanındaki konumu itibariyle birey olarak futbolcunun oyunu algılaması kameradaki görüntüyü adeta bir 'tanrı' konumundan izleyen seyircininkinden çok daha dar bir çerçevede vuku bulmakta.
Eski Açık Sarı Desene, bu perspektifin dayatıcılığına bir nevi perhiz vazifesi görüyor; Kazma ve Yüceil, futbolcuları futbol kulübü olarak adlandırılan dev makinenin 'er'leri, duygulara ve özel hayatlara sahip birer birey, inanılmaz bir baskı altında ezilmeyen, direnen beyinler olarak televizyon kameralarının yaptığından çok daha samimi ve yakından resmederek 'onların herkes gibi birer insan oldukları' klişesini (ki klişeler her zaman doğrudur) bir kez daha yinelemenin ötesinde, futbolculara mümkün olduğunca yaklaşarak ve onları teker teker merkezine alarak onların bir kollektif varlık olan futbol takımının üyeleri de olsalar oyundaki faaliyetlerinin de nihayetinde oyun öncesi ve sonrasına da uzanan bireysel süreçlerden oluştuğunun altını çiziyor ve taraftarla futbolcular arasındaki sürekli gerilimde futbolcuların hakkını teslim ediyor ve taraftarlara daha yakından bakmak ve olgun davranmak için bir fırsat veriyorlar.
Cevdet Erek’in özgün ses tasarımı da yapıtın dikkate değer önemli bir öğesini teşkil ediyor; özellikle sonlara doğru yer alan, krampon çivilerinin mermer yüzeye vuruşu, koşu bandının motoru gibi sesleri doğrudan örnekleyerek ve tekrara sokarak ritmleştirerek yarattığı ses kolajı Kazma ve Yüceil’in futbolcuları tekmelikler, sargılar, özel tasarımlı ayakkabılar, nefes almayı kolaylaştıran burun bantları, özel kremler, sprayler gibi kendileri için tasarlanmış teknik aygıtlarla bütünleşirken gösterdikleri görüntüleriyle çakıştığında futbolcunun 'makineleşmesi'ne yerinde bir vurgu yapıyor.
Eski Açık Sarı Desene, medyada tanıtıldığı gibi taraftara sadece Hasan Şaş’ın krampon çivilerini tek tek seçerek ve deneyerek taktığını, Bülent Korkmaz’ın bir takımın bulabileceği en iyi motivatör olduğunu, Fatih Terim’in en kıdemli futbolcularını bile nasıl azarladığını göstermekle yetinen bir 'bunları biliyor muydunuz' şovu veya popülist bir Galatasaray güzellemesi olmaktan çok uzaklarda dolaşıyor. Sadece Galatasaray özeline hapsolmayan, futbolun geneline dair üstü örtülü pek çok veriyi gün ışığına çıkaran çalışma, sinema salonunda belgesel nitelikli yapıtlar izlemeye alışık olmayan taraftarı yepyeni bir deneyime davet ediyor.
Yapıtın gösterildiği sinema salonlarından yükselen tezahüratlar, gollerin kaçırıldığı pozisyonlara ait görüntülerde canlı yayın izlercesine çekilen 'Ah!'lar taraftarın görüntülerle kurduğu ilişkinin genel şeklini özetliyor elbette, ama futbolun temsilleriyle kurulan bu denli bire bir ve sıcak ilişki bir yandan Eski Açık Sarı Desene’nin manipule edici, yeniden kurgulayıcı tavrının taraftarın izlemeye koşullanan zihnini bakmaya doğru yöneltmekteki şansını yükseltebilir.