<b>Gomeda</b>: Sıradan Sürprizler
Yazar: Serdar KökçeoğluTan Tolga Demirci (TTD), farklı türlerde serbest bir şekilde gezinen kısa filmleriyle kendi tarzını oluşturmayı başardı. Bu anlamda yerli kısa filmciler içinde sinemasını yaratan az sayıdaki isimden biri olarak kabul edilebilir. Filmleri deneysel kategorisinde de değerlendirilse, bir öyküye dayandığı için dramatik kategorisine de girse, yeni şeyler denemeyi seven takıntılı bir sinemacıyı ortaya koyar. Kendi seslendirdiği metinleri ile zaaflarının ve takıntılarının derinlerine dalar ve çoğu zaman kendisini kadınları gözetlerken bulur.
Kimileri onun Andre Breton ve Alejandro Jodorowsky gibi isimlere olan aşırı bağlılığını gülünç ve demode bulsa da, o gerçeküstücülükten ilham alan çarpıcı ve ironik imgelerle dolu bir düzine kısa filme imza attı ve 'uzun film' yapmaya hak kazandı.
Şüphesiz bir kısa filmcinin ilk uzun metrajını çekme şansına sahip olması, kısa film dünyası adına önemli bir gelişme. Çekilen filmlerden çok festival ve yarışmanın yapıldığı, hemen her birinde aynı filmlerin gösterildiği, kısa filmin ne olduğu konusunda kafası karışık ünlülerin jürilere davet edildiği ve ödüllerin daima tartışma yarattığı bu garip dünya, ucundan kıyısından da olsa sinema sektörünü beslemeye başladı. Fakat öyle gözüküyor ki, kısa filmlerle yetişen yönetmenlerin uzun metrajın biçimine değil ama piyasanın koşullarına uyum sağlaması çok da kolay olmayacak. En azından Tan Tolga Demirci’nin kısa metrajlı filmlerinin gerisine düşen Gomeda’sı bize bunu çağrıştırdı.
Gomeda’nın senaryosunda da TTD’nin imzası gözüküyor. Bu durum izleyeceğimiz filme dair beklentileri yükselttiği için olsa gerek, film daha ilk dakikalarda hayal kırıklığı yaratmaya başlıyor. Bir kere, beş kişilik bir çadır grubunun 'uzaklarda' çeşitli sıkıntılar yaşaması ve bu öykünün 'sürpriz' (aslında çok tanıdık) bir finalle sonlandırılması son dönem korku sinemasının en garantili formüllerinden birisi. Bu anlamda, tıpkı Dabbe ve Araf’ın uzakdoğu korku filmlerinin klişelerine yaslanması gibi, Gomeda da hazır bir formülle yola çıkıyor. Üstelik biz yönetmenin bu klasik öyküyü bambaşka bir şekle sokmasını beklerken, öykünün bile hakkını veremeyen bir yapıyla karşılaşıyoruz.
Fakat Gomeda’yı bütün günahlarına rağmen zaman zaman ilginçleştiren bölümler de yok değil. Bir kere film çok hoş, çok çarpıcı 'kısa filmlerden' oluşuyor. Bu sıradan iskeletin içine yerleştirilen 'canlı iç organlar' en çok mağara sahnelerinde karşımıza çıkıyor. Gomeda’nın sıkıcı ve ilginç diyalogları arasında gidip gelen, bir türlü derinleşemeyen ve inandırıcı olamayan kahramanları mağaralarda gezinirken gerçeküstücü bir galeriyle karşılaşıyoruz.
Sanat yönetmeni Kaan Güreşçi’nin yaratıcılığını konuşturduğu bu bölümler, yönetmenin de film boyunca gizlenen hayalgücünü ortaya çıkarıyor. Yönetmenin korku filmlerinde ölen kadınların intikamını almayı amaçladığı 'anti-Tetsuo' iğdiş sahnesi ise şüphesiz en çarpıcı olanları. Tabii, kimi kaygılar üzerine şekillendirilmiş bir öykü içine yerleştirilmiş bu TTD bölümleri filmi kurtarmaya yetmiyor. Filmin başrol oyuncusu bile rolünden kopup anlamsız ve aksiyonsuz bir şekilde izleyici ile birlikte mağaraları dolaşmaya başladığında, film işlevini yitirmiş oluyor ve ister istemez bütün filmin amacının bu galeriyi göstermek olduğunu düşünüyoruz.
Korku ve türevlerini yeni yeni deneyen ve iş yapan formüllere rağbet eden bir sektörden çıkan bir 'fantastik-gerilim' filminin 'içermesi gerektiği düşünülen' kimi klişelerle, TTD sinemasına özgü bazı hoşluklar arasındaki çatışma filmi etkisizleştiriyor. Bu nedenle filmin son sahneyle anlam kazanan cinsellik, doğum ve ölüm göndermeleri ciddi çözümlemeler beklese de, sahnelere geri dönmek ve üzerine düşünmek çok zorunlu gelmiyor.
Sinema duygusu, tuhaf anları ve diyalogları ile kalbimizi kazanan Polis’in yönetmeni gibi, Tan Tolga Demirci’nin de yeni filmlerini beklemek gerekiyor. Onur Ünlü, üzerindeki uzakdoğu etkisinden sıyrılıp bizim sinemamızla yakınlaştığı zaman nasıl daha iyi işlere imza atacaksa, TTD de, 'senarist ve yönetmen Tan Tolga Demirci' başlığının altını doldurduğunda büyüyecek. Yoksa, canlılığını yitirmiş bir bedene takılan canlı organların ne kadar işlevi olabilir ki? İlginç gözükmek dışında!