Gölgeler ve Suretler
Yazar: Murat Tolga ŞenAntalya Altın Portakal Film Festivali'nin ulusal yarışma bölümünde gösterilen, festivalin en iyisi olmasına rağmen Siyad jürisi ödülüyle yetinen, Kıbrıs meselesi için sonun başlangıcı olan 60'lı yıllara dönen ve "yılın en iyi filmi" etiketini rahatlıkla yapıştırabileceğim Gölgeler ve Suretler bu hafta seyirci karşısına çıkıyor.
Kendi fikrimce; Gölgeler ve Suretler bu yılın en önemli sinema olayı... Ele aldığı mesele, bu meseleyi iki toplumu da anlayarak anlatma hali ve bunu başarmaktaki yeterlilikleri sebebiyle çok ama çok önemli bir film. Empati yapan ama bunu bir günah çıkartmaya dönüştürmeyen, şoven milliyetçiliğe de prim vermeyen, ayakları çok yere basan bir anlatım bu. Kendisi de Kıbrıslı olan Derviş Zaim'in orada yaşayan insanların gözünden, neredeyse belgesel gerçekliğine ulaşarak anlattığı öykünün seyreden herkesi sarıp, düşünmeye teşvik edeceği muhakkak.
Film, 1963'te Kıbrıs'ta Türklerle Rumlar arasında başlayan olaylar sırasında bir Karagöz oynatıcısı olan babasından ayrı düşen genç bir kızın geçirdiği olgunlaşma sürecini anlatıyor. Derviş Zaim, aslında birlikte yaşamak konusunda hevesli ve gayretli olan iki toplumun taşıdığı bazı fikir ayrılıklarının suistimal edilerek, nefret tohumlarının özellikle gençlerin yüreklerine ekilip orada büyütülerek çıkan çatışma ve ayrışmaya odaklanarak anlatmış hikayesini.
Gölgeler ve Suretler'in ilk ve en önemli başarısı, Kıbrıs meselesini Sezercik Küçük Mücahit'in safdilliğinden ya da Önce Vatan'ın şovenizminden kurtararak yeni bir sinemasal gerçekliğe oturtmuş olması. Kıbrıs'ta yapılan sınır galasında filmi iki gözü iki çeşme izleyen Rum izleyicilerden de anladık ki bu film meseleyi başkalarının da fikrini değişterecek kadar farklı ve gerçekçi bir tasvire sahip.
Filmin en önemli anlarından birinin, Türk sinemasında şimdiye kadar denenmişse bile becerilememiş finaldeki çatışma sahnesi olduğunu söyleyebilirim. Bu kısmı tüyleriniz diken diken olmadan izlemeniz imkansız. Iki taraftan da en masum olanların kaybıyla başlayan çatışma ve arkasından gelen, Türklerin geri çekilerek canlarını kurtarmaya çalıştıkları sekanslar eşine az rastlanır bir etkileyicilikte. En azından bizim sinemamızda eşi benzeri yok diyebilirim.
Senenin en iyi kastı / oyuncu seçimi yine Gölgeler ve Suretler'de... Başrol oyuncusu Osman Alkaş'ın standartlarının çok üstüne çıkarak hayat verdiği ama yine Antalya'da bir türlü görülemeyen "Veli" karakteri filmin en etkileyici oyunculuğu olurken geri kalan tüm rollerde aynı samimiyet süzgeçinden geçmiş bir şekilde başarılı. Hazal Ergüçlü'nün ilk kez bir filmde oynadığına inanmak çok zor. Settar Tanrıöğen karakterini sempatikleştirme anlamında çok başarılı... Popi Avraam aşkının ve iki toplumun arasına sıkışmış Rum kadın rolünde kelimenin tam anlamıyla döktürüyor. Buğra Gülsoy TV'de izlediğimizden çok daha üst notalara basarak oyuncunun rol ile değişmesinin de çok başarılı bir örneğini veriyor. Adını yazmadığım geri kalan herkes, hatta Türk sinemasının en büyük zaafı olan figürasyon bile had safhada gerçekçilik sunuyor.
Entellektüel düşünce ve değerlendirme dünyamızda ulus meselelerine mesafeli bir yaklaşımın olduğunu Antalya'da gördük. Belli ki bu filmin değerini takdir edecek tek unsur seyircinin kendisi. Böyle bir filmin çekilmiş olması iki toplum açısından da büyük bir şans ama filmin sadece 25 kopya ile gösterime çıkmış olması da çok üzücü. 280 kopya ile salonları işgal edecek olan Kolpaçino Bomba belki daha iyi bir ticaret imkanı sunuyor ama sinema sadece ticaret midir? Seyirciyi önemseyerek yapılmış güçlü bir yönetmen sineması örneğinin oynayacak salon bulamaması ve bu kadar az kopya ile gösterime çıkmış olması bazı şeyleri artık oturup düşünmemizi gerektiriyor. Salonları bu konuda çok da suçlamamak lazım, dengeyi değiştirecek olan yine bilet alan seyircidir.
Son sözüm; sinemaya gidin ve Derviş Zaim'in Gölgeler ve Suretler'ini mutlaka görün. Her anlamda Türk sinemasının bu yıl seyircisine verdiği en büyük ödül, bu film.
Twitter: murattolga / murattolga@gmail.com