Hesabım
    Taş Yastık
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    1,5
    Kötü
    Taş Yastık

    Taş Yastık

    Yazar: Ali Ercivan

    Taş Yastık, senaristi, yönetmeni ve başrol oyuncusu Fatih Hacıosmanoğlu'nun belli ki büyük ölçüde bireysel çabalarıyla kotardığı, düşük bütçeli ve kişisel bir ilk film. Son dönemde, özellikle dijital teknolojinin sağladığı imkanlarla, birçok genç ve hevesli yönetmenin ilk filmlerini izleme şansı buluyoruz. Ve tabii, her yeni çabayı desteklemenin gerekliliğini unutmamaya çalışıyoruz. Gençlerin önünü açmak lazım. Öyle değil mi?

    Lodos ve Poyraz, iki kardeş. Lodos, ana karakterimiz. Chicago'da yaşıyor ve bir kitapçıda çalışıyor. Bir gün, patronu olan yaşlı kadın kasayı ona emanet ettiği sırada, gençten bir adam dükkana giriyor ve Hamlet'in alelade bir kopyasını çalmaya kalkıyor. Onu durdurmaya çalışan Lodos'a silah bile çekiyor bu uğurda. Yönetmen Hacıosmanoğlu, oyuncu Hacıosmanoğlu'nun yüzüne hiç yakın plan kesmediği ve Lodos genel planda sadece ifadesizce durduğu için, doğrusu olaydan pek de etkilenmediğini, hatta umursamadığını düşünüyoruz ilk önce. Ne de olsa bir kitap. Ama kitapevinin sahibi bayanın da vurguladığı gibi, Hamlet'in hiçbir kopyasına bu şekilde hafifseyerek bakmamak gerekiyor(muş).

    Lodos açısından bunun travmatik bir deneyim olduğunu, ancak patronuyla konuştuğu sahnedeki diyaloglarından anlıyoruz. Memleketine dönmeye karar veriyor aniden. Hemen eşyalarını topluyor. Halısıyla ilgili birkaç diyalog geçiyor patronuyla arasında. Daha sonra bu halıyı, kendisini (sanırım) havaalanına götüren taksiciye hediye ediyor Lodos. Taksiciye "Hiç duygusal bir yolculuk yaptınız mı?" gibi sorular soruyor. Taksici de her normal insanın vereceği türden tepkiler veriyor. Yani, anlamıyor bu tuhaf adamın sözlerini.

    Doğrusu, biz de anlamıyoruz Fatih Hacıosmanoğlu'nun meramını film boyunca. Yönetmenin bize tanıtmak için pek uğraşmadığı ailesini görüyoruz Lodos'un İstanbul'da. Abisi Poyraz, adını duyurmaya çalışan bir şair ama babasının cilt evinde çalışıyor. Bir televizyon programından kendisiyle röportaj yapmaya gelecekler. Pek edebiyat programı çekere benzemeyen iki adam geliyor, Poyraz'ın karısının çalıştığı kafeye. Ama Poyraz, Robert De Niro'nun Taksi Şoförü'nden saçları kazınmış haldeki bir pozu arka planda muhakkak gözüksün istiyor, o şiirlerini okurken. Basbayağı sadece muhabir olan ama nedense film boyunca ve jenerikte hep "yönetmen" olarak anılan adamla tartışıyorlar. Poyraz da, zaten son derece çocukça olan isteği reddedilince, somurtmaya başlıyor çekim esnasında. Ama belli ki esas yönetmen Fatih Hacıosmanoğlu'na göre, burada saçma davranan Poyraz değil, o "dejenere televizyoncular"! Lodos araya girip adama hakaretler ediyor ve ekibi kovuyor.

    Bu arada, ailenin evinde Hamlet adına bir siyam kedisi ve Şehrazat adında bir muhabbet kuşu var. Ama Suna Selen tarafından canlandırılan anne, kuş kafesinin kapısını açık unutup evden çıkınca, Hamlet de Şehrazat'ı yakalayıp öldürüyor. Bunu gören Lodos, kediyi karton bir kutuya tıkıp Boğaz'a atıyor. Sanki doğasına uygun davranmış olmak kedinin suçuymuş da, kuşun kafesini açık unutan annesi hiç kabahatli değilmiş gibi. Sonrasındaysa, niyeyse herkes Lodos'un kediye bir şey yaptığından emin oluyor, o ne kadar inkar etse de. İlginçtir, kuşu pek soran çıkmıyor. Orada bir Hamlet referansı olmadığından herhalde.

    Film boyunca, Boğaz'da bir yerlerde hala var olduğuna inanılan bir kayıp şiirden bahsediliyor; Fatih Hacıosmanoğlu sivil polis kılıklı bir adamı çok küfürlü konuşuyor diye motordan denize atıyor; cilt evine gelen esrarengiz biri, 400 yıllık bir kitaba kuzu derisinden cilt yaptırmak isterken, Lodos'un babası adamın bileğinde bizim göremediğimiz bir şeye bakıyor ve adam korkup kaçıyor; Lodos ile Roxanne adlı yabancı uyruklu bir kadın arasında, nefretle başlayıp aşka dönüşmesi istenen ama tamamen havada kalmış bir romantizm yaratılmaya çalışılıyor; arada sırada Karadeniz ezgileri eşliğinde durduk yere horon tepiliyor; ve buna benzer daha bir sürü, hiçbir yere varmayan, birbiriyle ilişkilendirilmeyen, anlam ifade etmeyen vukuat cereyan ediyor perdede.

    Fatih Hacıosmanoğlu'nun kafasında her ne varsa, kusura bakmasın, filmini seyreden bunu anlamıyor. Sürekli şiirler okunuyor, semboller gelip geçiyor ama her şeyden önce bir öykü oluşmuyor.

    Taş Yastık, öyküsü olmayan, ne anlatmaya çalıştığını anlayamadığımız, bazen perdede cereyan eden en basit şeylere bile anlam vermekte zorlandığımız, fazlasıyla yaratıcısının kafasında kalmış bir film. Biçimsel olarak da hiçbir yenilik sunmadığı gibi, yoğun jump-cut'larını da genel olarak yanlış ve beceriksizce kullanıyor. Kadraj düzenlemeleri, kamera yerleri ve mizansenler, ister istemez filmin kurgusunu da kötü olmaya sürüklüyor.

    Zaten yönetmenin sahnelerini neden bu kadar parçaladığı, bu kadar çok plana böldüğü de muamma. Çoğu zaman birbirine çok yakın açıları ardı ardına bağlıyor; planları yanlış yerlerden bölüyor; basit bir yürümeyi bile üç plana bölerken, aslında çoğu kez hareketlerin çiftlemesine sebep oluyor. Gözü biraz eğitilmiş bir sinemacının asla kullanmayacağı planları kullanıyor.

    Bütçenin düşük olması elbette teknik sorunlara sebep olabilir. Doğrusu, Taş Yastık dijitale çekilmiş olmasına rağmen görüntüleri perdede çamurlaşmayan bir film. Ama ses problemleri oldukça dikkat dağıtıyor. Plandan plana ses devamlılığının olmadığı durumlar, özellikle dikkat çekiyor.

    Tabii sırf ses problemleri bir filmi kötü yapmaz. Ancak filmin Fatih Hacıosmanoğlu tarafından üstlenilmiş her kolunda problem var. Hepsine de yukarda değinmeye çalıştım. Kurgu çok sorunlu. Senaryo zaten anlaşılmıyor. Karakterler hiç yaşamıyor, diyaloglar o kadar yapay ki çoğu zaman gülünç oluyor. Reji'ye gelince; filmin o yerinde duramayan montajına rağmen, aslında tüm diyalog sahneleri, duran veya oturan insanlar arasında mesela. Mizansen diye bir şey yok.

    Yönetmen, eğer bize sunduğu Lodos adlı karakterin ilginç, çekici, özgür düşünen, tutkulu, duygusal veya şairane olduğunu düşünüyorsa, yanılıyor. Lodos ve Poyraz gibi insanların böyle konuşarak veya hareket ederek sokaklarda dolaştıkları müddetçe, günde üç posta dayak yemekten kurtulamayacaklarını görmüyorsa, fena halde yanılıyor. Eğer bu büyüyememiş, duygusal olarak yeniyetmelikte takılı kalmış iki adamın ergenlik öfkelerinin en kaba tabiriyle aptalca olduğunu görmüyorsa ve bütün bunları gerçekten şiirsel olarak niteliyorsa, filminin neden son dönemin en başarısız işlerinden biri olduğunu da anlamıyor demektir.

    Bölgesi dolayısıyla güçlü bir rekabetin var olduğunu söyleyemeyeceğimiz bir festivalden ödülle dönmüş olması, çok bir şeyi değiştirmiyor gözümüzde Taş Yastık için. Gençler elbette desteklensin ama kötü filme kötü film diyemezsek, sinemamız bir adım ileriye gitmez. Taş Yastık da maalesef sınıfta kalıyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top