Biz ile Ötekinin Karışımından <br>Bir <b>Küçük Kıyamet</b>
Yazar: Bige AkdenizHerkesin dört gözle beklediği, fragmanı ile bizi meraklara düşüren film Küçük Kıyamet artık izlenebilir kıvamda ve beyazperde.com okuyucularının bu filmi uzun süre tartışacağına şüphem yok. Neresi beğenilir, neresi beğenilmez karşıtlığına girmeksizin söylemem gerekiyor, Küçük Kıyamet üzerinde konuşulmayı bolca hak eden bir film, çünkü Taylan Biraderler Türk Sineması adına adım adım yeni birşeyler yapıyorlar ve nasıl yaptıkları bizim için önemli olmalı. Bu sene izlediğimiz ve iyi filmler olarak değerlendirebileceğimiz Türk filmleri mevcut, ama Küçük Kıyamet’te şeytan tüyü var diyebiliriz, bir başka telden çalıyor ve Batı Sineması ile Türk Sineması arasında kesinlikle önemli bir köprü görevini görüyor.
Bu farklılığın arka planında filmin hazırlık aşamasında düşünsel deneyselliğin peşinde olan yönetmen(ler) olduğunu düşünüyorum. Ve aynı türden bir sorgulayıcı mekanizmanın kendisini filmde de hissettirdiği oldukça bariz. O yüzden de ortaya çıkan sonuç, böyle bir yaklaşımın filmin kendisine ne kadar büyük kazanç sağladığının bir aynası gibi. Kendi yaklaşımından, fikirlerinden hoşnutluğu değil, elindeki malzemeden ne kadar daha iyisini ya da farklısını çıkartabilirimi ön plana koymanın en naif, ama bir o kadar da etkileyici hali bu filmde görülebiliyor.
Nasıl mı görülüyor? Filmin içine sinmiş bir yoğunluk sayesinde... Tüm bu hazırlık aşaması filmi sarıp sarmalayan bir duygu ve bir vizyon oluşturmuş adeta ve bu içinde yüzebileceğiniz bir yoğunluk. Film ile belki tartışabileceğimiz ve daha iyisi olsaydı keşke diyebileceğimiz birçok şeyi de ilginç bir şekilde yutuyor bu yoğunluk.
Bunun sebebinin de bence gerçekten yönetmeyi ön planda tutmuş yönetmenler ile bu işi biz yapıyoruz demekten çok, bu işi nasıl yapabiliriz diyen bir ekibin ve oyuncu kadrosunun uyumlu birlikteliği olmalı diye düşünüyorum. Yönetmenin vizyonunun ve elde etmek istediklerinin ekibe sızabilmesini, Türk Sineması’nın başarısındaki en önemli engellerden birisi olarak değerlendirirsek eğer (özellikle büyük bütçeli filmler açısından), bu filmin bunu aştığı gayet açık ve seçik.
Adım adım dokunmamızı istediğimiz duyguyu ören film, görselliği aşabilmesi ile gerçekten takdiri hak eden bir örnek. Bu açıdan da herhangi bir türe oturtmanız zor bu filmi. Belki de bu yüzden de çok başarılı. Özellikle Hollywood’da yapılmış bir tür filminin uygulaması gereken altyapı yapboza uğratılmış sanki. Bir psikolojik gerilim filmi çekmek yerine ve germek yerine, adeta gerilmenin kaynağına giden ve bu duygulardan yola çıkarak bir film yapmış Taylan Biraderler. Bu sayede bize ve bizim kültürümüze ait, büyük bir deprem felaketinden sonra hepimizin hissettiği duygular tüm film boyunca sanki yüzümüze vuruluyor, bu duygulardan ve kendi gerçeklerimizden kaçamayacağımız ince ince işleniyor.
İşin ilginç tarafı bize oldukça yakın gelen bu duygusal görsel dil, oldukça Batılı görünen ve yaşayan bir ailenin aracılığı ile, yine Batı Sineması tarafından üretilmiş bir hikayelendirme stili ile bir araya getirilmiş ve bundan olabildiğince etkileyici bir sonuç elde edilmiş.
Kanımca Okul’da başlattıkları bu türden bir yaklaşımı ya da deneyi bir adım daha ileri götürmüşler Taylan Biraderler. Onlara duygu olarak çok yakın olan bir yerden (bizden) hikayeyi, onlara düşünsel olarak çok yakın ve birçok üretimine hayran oldukları yerin (ötekinin) yaklaşımları ile birleştirmek bu yönetmenlerin serüveni gibi. Bu açıdan bakıldığında beraber çalıştıkları yabancı sanatçıların da (filmin müziğini yapan Kevin Moore ve filmin görsel danışmanı Jeffrey Baykal Rollins) 'biz'e çok yakın gelen ve 'biz' ile oldukça uyumlu işler çıkarmaları şaşırtıcı olmasa gerek...