Hesabım
    The Stone Merchant
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    1,0
    Çok Kötü
    The Stone Merchant

    Taraflı ve Cahil Bir Sinema Örneği

    Yazar: Zeren Somunkıran

    Bazen insan fena halde tutulup kalabiliyor, bir yazıya nasıl başlayacağını bilemiyor. Üstelik de söyleyecek onca şeyi varken... The Stone Merchant filmi, kabus gibi içeriğiyle öyle bir etki yarattı ki üzerimde, sözün tükendiği yer dedikleri bu olsa gerek.

    "Önyargıyı yok etmek atomu parçalamaktan zordur" demiş Einstien. Bilimadamları atomu parçalamayı da başardılar ama önyargılar, insanlık üzerinde hala kara bir bulut gibi asılı durmaya devam ediyor. Üstelik yağmurunu boşalttığında hafifleyecek bir bulut da değil bu. Özellikle Doğu ile Batı'nın birbirlerinin yaşam tarzlarına karşı duymuş oldukları önyargılara dair onlarca örnek verebilecek kadar dolu olsak da, sizi bir de The Stone Merchant'ı izlemeye davet ediyorum.

    "İnsan, dine inanan tek hayvandır. Cennetin mutluluğuna erişebilmek için dünyayı büyük bir cehenneme çevirmiştir" gibi bir cümleyle başlıyor film. Böyle bir açılıştan sonra evrensel söylemleri önemseyen, yargılamadan nedenlere odaklanan bir film bekliyor insan, ama ne mümkün!

    Yıllar evvel Somali'de dinci teröristlerle ilgili araştırma yaparken İslamcı teröristlerin bir saldırısında yaralanan ve bacaklarını kaybeden Valerio, İslam köktencileri üzerine araştırmalar yapan bir profesördür. Bacaklarını kaybetmiş olmasına rağmen karısı ile son derece uyumlu ve sevgi dolu bir evlilikleri vardır. (Ne kadar sevgi dolu olduklarına inandırıldığımız(!) bu çiftin, filmin ilerleyen dakikalarında nasıl olup da böyle basit bir kopuşa sürüklendiklerini anlayabilen olursa kendisini tebrik etmeyi şimdiden bir borç bilirim). Fakat yıllar evvel hayatlarına acı bir şekilde damgasını vurmuş olan İslami terör, döner dolaşır ve İtalya'nın metro istasyon duraklarından birinde yine çiftimizi buluverir. Bu sefer kurban Valerio'nun eşi Leda'dır. Bu sefer de terörün elinden sağ olarak kurtulmayı başarsalar da, genç çiftimizin İslami terörden çekecekleri daha bitmemiştir.

    İlerleyen sahnelerde çiftin, başlarına gelen bu son trajik olayı unutabilmek için Kapadokya'ya tatile gelmeleri ile filmin Doğu kültürleri, toplumları, yaşayışları ve İslam üzerine müthiş vecizeleri ile bezeli olan bölümleri başlıyor. Bundan sonrası için izleyene sabır dilemek kalıyor geriye.

    Örneğin, Kapadokya'da bir kadının tek başına dolaşmaması gerektiğini bu filmden öğreniyorsunuz. (Alt tarafı 7-8 ay önce Kapadokya'da olmama ve tek başıma dolaşmama rağmen başıma bir şey gelmemesini benim şansım(!) olarak saymalıyım herhalde).

    Üstelik sadece Kapadokya'da da değil. "Bu topraklarda tek başınıza dolaşmamanız gerektiğini bilmelisiniz" gibi etkileyici(!) bir öngörü ile kafasında takkesi, hem imam hem terörist Shahid karakterinin film boyunca "Allaaaaaaah" haykırışları ile devam edecek birkaç vecibesinden ilki sayesinde, aslında Türkiye topraklarının da tek başına bir kadın için hiç tekin olmadığını öğreniyorsunuz.

    Tıpkı filmin ilerleyen dakikalarında, Batılı ve Hıristiyan bir kadının neden Müslüman bir erkeğe aşık olmaması gerektiğini öğreneceğiniz gibi. Sizce neden? İslam köktencileri üzerine uzmanlaşmış(!) hatta Profesör olmuş Valerio'nun ağzından öğrenmek isterseniz, hemen söyleyelim... Çünkü İslam, kadını hakir ve ikinci sınıf gören bir dindir. Bir kadının, hele hele Batılı bir kadının Müslüman bir erkekle mutlu olması kesinlikle mümkün değildir. Ha bir de, eğer bilmiyorsanız bu vesile ile İslamcı teröristlerin asıl kurbanlarının yine Müslümanlar olduğunu ve Müslümanları da yine ancak Batı'nın kurtarabileceğini öğreniverin.

    Bu ve bunun gibi onlarca tüyler ürperten, tek taraflı, önyargılarla bezeli yargılamalarla dolu The Stone Merchant. Bütün bunlara ek olarak terörist olarak gösterilen insanların, tıpkı Baba serisinden fırlamış eli kanlı mafya tiplemeleri şeklinde olması, filmin dünyadaki teröre, Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın diğer yerlerinde devam eden ve Batı'nın da baş aktörlerinden biri olduğu vahşete nasıl bir yaklaşım gösterdiğini net bir şekilde anlatıyor.

    Pek çok kez İkiz Kuleler'e çarpan uçaklarla ya da Arap ülkelerinde İslamcıların halka yaşattıları vahşetle ilgili sahneler gözünüze sokulsa da, bir kez olsun Batı'nın da parçası olduğu olaylarla ilgili tek bir cümle bile duyamıyorsunuz.

    Şu ayrımı yapmak çok önemli. Dünyada İslam adına savaştığını iddia eden, hem Müslümanlara hem de Batı toplumlarına terör saçan gruplar var. Bunlar son derece tehlikeli ve mücadele edilmesi gereken gruplar. Ama diğer bir tarafta ise tehlikeli olmak konusunda islamcı teröristlerden hiç de geri kalmayan Amerika başta olmak üzere birçok Batılı devlet var. Burada Filistin'de, Irak'ta orda burda olanları tekrarlamanın gereği yok.

    Merkezine bu konuları alan bir filmin ise bu kadar taraflı, iğneyi kendisine batırmayan bir yaklaşımı benimsemesi ise, aslında insanları terörize etmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bir tarafa karşı olurken öbür tarafı görmezden gelemeyeceğimiz kadar birbirine bağlı herşey.

    Harvey Keitel'ın böyle bir filmde nasıl olup da rol aldığına gelince... Filmi izlerken benim de en merak ettiğim sorulardan biri bu oldu. 1,5 sene evvel, bu filmin çekilmesinden kısa bir süre sonra İstanbul Film Festivali'nin konuğu olarak İstanbul'a geldiğinde neler düşündüğünü gerçekten bilmek isterdim. Acaba tüm güzellikleri ile çevresinde gördüğü, çoğu da Müslüman olan kadınların nasıl olup da filmde iddia edildiğinin aksine bir yaşam sürebildiklerini merak etmiş midir, yoksa The Stone Merchant içeriği ne olursa olsun 'maksat muhabbet olsun' filmlerinden biri midir kendisi için? Ama cevap hangisi olursa olsun, benim için artık bir şey ifade etmiyor, o da ayrı...

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top