Hesabım
    Made in Europe
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Made in Europe

    Made in Europe

    Yazar: Ali Ercivan

    Geçtiğimiz günlerde düzenlenen Altın Koza Film Festivali'nde En İyi Yönetmen ve en iyi ikinci filme verilen Yılmaz Güney Özel Ödülü'nü kazanan, İnan Temelkuran'ın ilk uzun metrajlı filmi Made in Europe, festivalin hemen ardından vizyona sokuldu. Tam da yerli filmler için sezonun kapandığı düşünülen bir dönemde, festivalde topladığı ödüller sayesinde oluşan gündemi seyirciye dönüştürmeyi uman filmin, bu riskli tatil döneminde yeterli ilgiyi görmesini diliyoruz öncelikle.

    Made in Europe, ABD'nin Afganistan'a girdiği gece, Avrupa'nın üç ayrı kentinde yaşayan Türk göçmenlerin hikayelerini ve sıkıntılarını anlatıyor. Madrid, Paris ve Berlin sekansları, filmin üç ayrı epizodunu belirliyor. Bir şekilde ülkesinde barınamayan ve/veya belli bazı hayallerin peşinde gurbete gitmiş insanların hikayeleri, İnan Temelkuran'ın anlattığı. Dönercilik veya hamallık gibi mesleklerle yaşamlarını sürdürmeye çalışan, bütün farklarına ve çatışmalarına rağmen, gurbette yaşam savaşı veren Türk vatandaşları olma ortak paydasında buluştukları için birbirlerine kenetlenmiş insanlar bunlar.

    Bir dönem Madrid'de yaşamış olan İnan Temelkuran, belli ki iyi gözlemlediği insanlar hakkında gerçekçi öyküler anlatıyor. Tüm zaaflarına rağmen filmini güçlü kılan da bu. Olabildiğince yalın ve dürüst bir şekilde, Türkler üzerinden aslında dünyanın her yerindeki tüm göçmen grupları için geçerli olabilecek bir portre çıkarıyor. Amacı kendini kanıtlamaktan ziyade bu insanların gerçekliğini hakkaniyetle perdeye yansıtmak olduğu için de etkili bir film ortaya çıkıyor.

    Filmin elbette zayıf noktaları var. Her şeyden önce kısıtlı bütçesinden kaynaklanan teknik sorunları, birçok seyirci için kabullenmesi zor düzeyde olabilir. Çoğunlukla az ışıkla çekilmiş dijital kamera görüntüleri, perdede çok iyi sonuç vermiyor. Bu da filmi ister istemez geniş kitlelerden ziyade, bu tür teknik engelleri kabul etmeye daha alışkın olan film festivallerinin seyircilerine hitap eder hale getiriyor.

    Görüntülerin, filmin belgesel düzeyindeki gerçekliğiyle örtüştüğünü kabul etsek bile; ses bandındaki, özellikle diyalog kurgusundaki problemler, işi ister istemez amatör düzeye çekiyor. Daha ziyade kısa filmlerde, öğrenci filmlerinde rastladığımız ve kulağın hemen algıladığı sorunlar bunlar. Bu kadar metne, diyaloga dayalı bir filmde ses bandının daha temiz olmasını arıyor insan.

    Ama aslında bundan önce, bu kadar laf üzerine kurulu bir film olmamasını da arıyoruz ister istemez. Neredeyse hiçbir noktada lafların yerine görsel anlatım kurulabilmiş değil. Dolayısıyla iyi diyaloglara ve oyunculuklara bel bağlıyor Made in Europe. Neyse ki her iki açıdan da gayet başarılı olduğu için kurtarıyor zaten kendini.

    Filmin üç sekansından ilki, yani Madrid bölümü, kanımca filmin en zayıf halkası. İşin ilginç yanı, yönetmenin karşılıklı diyalog sahneleri çekmekten daha fazlasını yapmaya çalıştığı bölüm de bu. Ancak bu bölümdeki esas karakterimiz olan Halil'in sokaktaki insanların iç seslerini duyması gibi oyunlar, pek işlemiyor. Yönetmen bu yolla sadece biraz daha fazla göçmen hikayesini bize anlatmış olmak istiyor sanki; ama sinemasal olarak bunu çok da iyi uygulayamıyor.

    Bütün bunlara rağmen, zaaflarıyla birlikte kabul etmekte zorlanmayacağınız, çok ümit verici bir ilk film Made in Europe. Gerçekçilik yakalamakta ve oyuncu kullanmakta şaşırtıcı bir ustalık gösteriyor İnan Temelkuran. Sonuçta, büyük sözler söylemeyi amaçlamayan ama çok önemli şeylerden bahseden, yaşayan bir portre çıkıyor ortaya. Ve bu haliyle de yeterince heyecan verici.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top