Meleğin Sırları’na Kulak Verin!
Yazar: Melis ZararsızHollywood yapımı ilk Türk filmi olarak lanse edilen Meleğin Sırları, bu cümleden fazlasını hak ediyor diyerek başlamalı söze. Amerika'da yaşamakta olan Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçısı Aclan Büyüktürkoğlu'nun ilk uzun metrajlı filmi olan Meleğin Sırları, kalitesini sadece Hollywood'un teknik imkanlarını kullanmış olmasının artılarından almıyor.
Her şeyden önce senaryo gerçekten yaşanmış bir hikayenin romanından uyarlanmış. Kendi halinde bir ailenin saf kızı Ebru'nun dil öğrenmek amacıyla Amerika'ya gitme kararı ve her şey güllük gülistanlık gibi görünürken Ebru'nun Amerika'nın kirli sokaklarında yitip gitmesi hikayesi, gerçek olduğu kadar arabesk bir konu olarak da okunabilecekken, yönetmen ve senaristin bu hikayeye yaklaşımı o kadar ustaca olmuş ki, filmin teknik kalitesinin üzerine bu bakış açısı tam oturmuş diyebiliriz.
Yönetmen de senarist de bu hikayede, Türkiye'de eziklik duygusuyla ve eksik sevgilerle yetiştirilmiş genç kızların, gerçek hayatta tek başlarına birşeylere tutunmaya çalıştıklarında yaşayacakları o "sudan çıkmış balık olma" durumuna, çok yakın mercekle yaklaşıyorlar. Filmin Amerika'da çekilmiş olması elbette Amerikan toplumunu inceden eleştirir gibi, ama aslında öyle bir hava yaratılmış ki, mekanın önemi ortadan kaybolmuş da diyebiliriz. Genel anlamda kötüye giden bir sistem eleştirisi bu adeta. Pek çok ülkenin insanlarına yaşatabileceği bir çürüme üstüne gidilen...
Evinde sanal sevgilerle pamuklar içinde yetiştirilen ve maalesef kendi kişiliğini elde edemeyen herhangi bir gencin, evinin kapısını açtığı ve dışarıdaki o çürümüş havayı solumaya başladığı anda yaşayacağı düşüş buradaki meleğin yaşadığı. Sistem eleştirisinin içinde aile kavramının da bir eleştirisi yapılıyor aslında. Ailelerin, bir takım toplumsal doğrular uğruna kanatlarını kırdıkları çocuklarından, daha sonra aynı topluma "hava yapmak" için o kırık kanatlarla Amerikalara, oralara, buralara uçmalarını istemeleri sonucu yaşanan düşüşler.
Hikaye bazı açılardan Fatih Akın'ın son filmi Yaşamın Kıyısında'yı hatırlatmakta. Kaçak olarak Almanya'ya giden Ayten de, Ebru gibi kişiliğini bulamamış ve kendi ülkesinden uzak, karanlık ve pis sokaklarda kaderini tüketmişti. Gene arabeskçe düşünülebilecek bir hikaye oldukça kaliteli bir şekilde sunulmuştu bize. Zamanla ilgili gidiş gelişler konusunda da bazı benzerlikler gösterdiğini söyleyebiliriz bu iki gurbetçi yönetmenin filmlerinin.
Sinematografik açıdan da oldukça başarılı olan Meleğin Sırları, alan derinliğini, odaklamaları o kadar yerinde kullanmış ki, çekimler adeta filmin diline güç vermiş. Yakın plan çekimler, kızın kolyesi, kanlı eli, dağınık saçı gibi nesnelerin detay çekimleri, zoom'lama teknikleri, filmi görsel açıdan çok lezzetli hale getirmiş.
Küçük bir eleştiride bulunmak gerekirse, oyunculuğunu, insanlığını, entelektüel kimliğini pek takdir ettiğim Nilüfer Açıkalın'ın yazmış olduğu romanın bir iki yerde kadraja özellikle girmesi, gereksiz bir ayrıntı gibi geldi. Bir oyuncudan bahsetmişken, filmdeki tüm oyunculukların takdire şayan olduğunu da söylemek gerekir. Amerikalı ve Türk oyuncular arasındaki uyum gerçekten kolay iş olmasa gerek ama sağlanabilmiş.
Hem Türkiye'nin hem de Amerika'nın kültürel yapısını bu kadar net bir şekilde ortaya koyabilen, keyifli, acıklı ama en önemlisi sağlam bir film yapabildiği için Aclan Büyüktürkoğlu'nu kutluyor, yaptığı röportajlardan anladığımız kadarıyla devamı gelecek olan bu tarz filmlerini sabırsızlıkla bekliyoruz.