Öncelikle devam filminin, akışı ağır bulunan ilk filmden daha sürükleyici, daha aksiyonlu ve daha akıcı bir seyirlik olduğunu söyleyerek söze başlayalım. Cameo’yu ve havuç pek seven Peter Jackson, Hobbit üçlemesinin ikinci filminde büyük bir gişe hitinden beklenecek ve Tolkine-LOTR hayranları dışındaki seyirciye de kendisini seyrettirecek tüm elemanları kullanıyor zannımca.
Erkek karakterlerin hüküm sürdüğü Orta Dünya evrenine savaşçı bir dişi Orman Elf’ini hiç yoktan dahil etmek, üstelik bu dişiyi iki ayrı ırka mensup erkeğin ilgisi arasında bırakmak, şaşkın büyücülerin, baştan çıkartıcı yüzüklerin, iğrenç ork’ların cirit attığı bir öyküde şüphesiz ki dengeleyici ve Orta Dünya fantasyasını günümüze yaklaştıran bir adım. “Kitapta yok, filmde ne gerek vardı!” argümanına sinema sanatının kendisine has dinamikleri olduğunu da yeniden anımsatmak lazım.
Tolkein ve Jackson evrenlerinin en göze çarpan unsurlarından biri de yol haritasına ait her lokasyonda karşımıza yeni bir macera çıkması. Yalnız Dağ’a giderken ekibin geçtiği her kulvar, Kuytu Orman, Elf Krallığı, Göl Kasabası’nın hiçbir sekansı boş geçmiyor, dahası nehirdeki fıçı yolculuğu gibi görsel bir şölene de dönüşüyor.
Filmden fazla sürprizbozan detay vermeden Türkçe çevirinin de başarılı olduğunu özellikle Göl Kasabası ile ilk tanıştığımız sekanslarda kulağımıza çalınan “çapulcu, ayak takımı, iktidarımı sorgulamak” gibi yerelleştirmelerin de ayrı bir takdiri hak ettiğini düşünüyorum. Anlayan anladı!
Son olarak Orta Dünya’ya ait asırlık bir ejderhanın pürüzsüz, net bir İngilizcesi konuşması kulağımı tırmaladı demeden geçemeyeceğim. Tolkien’in Hobbit kitabındaki orijinal İngilizcesini şuan bilememekle beraber, Smaug’a Orta Çağı’n Shakespearean İngilizcesi daha çok yakışırdı demek isterim.
Özetle karşımızda 1 sene beklediğimize değen bir yapım var, aksiyonu, aşkı, macerası, kovalamacası, hesaplaşması, hatta öyküyü bilmeyenler için ters köşesiyle Hobbit: Smaug'un Çorak Toprakları kendisinden bekleneni veren bir yapım.