Nene Hatun
Yazar: Murat Tolga ŞenGeçen hafta yazdığım Mahpeyker: Kösem Sultan kritiğine, 'Bizimkisi gibi bir imparatorluk tarihiniz varsa, bunları sinemalaştırmak adına güçlü bir heves, o da olmadı, zorlama hissediyorsunuz...' diye başlamış ve teknik kabiliyetler ile bütçe imkanları genişlemeden bu maceralara kalkışmanın kötü sonuçlarından bahsetmiştim. Nene Hatun filmi için de 3 aşağı 5 yukarı aynı şeyleri yazmak mümkün. Yine bir heves başlanmış fakat sinema gerekliliklerinden yoksun bir yapımla karşı karşıyayız.
Nene Hatun, Türklük açısından önemli bir simge... Hakkında anlatılan birden fazla öykü olsa da, hepsinin çıktığı noktada; Osmanlı-Rus harbinde, daha süt emen bebesi varken, gösterdiği kahramanlıklar sebebiyle mitleşmiş bir karakter.
Hal böyle olunca, içimizde bir umutla sinemanın yolunu tutuyoruz. Filmi izlerken daha önce gönderilen bültenlerde bahsedilen, -Erzurum’lu kayakçı Suna’nın zorluklar karşısında kendini Nene Hatunla özdeşleştirmesi- fikrinden tamamen vazgeçildiğini görüyoruz. Filmimiz Osmanlı-Rus savaşında başlıyor, devam ediyor ve bitiyor.
Nene Hatun karakterini odağına alıp, yaşadığı dönüşümü ve kahramanlıklarını anlatmasını beklediğimiz film, neye güvenerek bilmem, kendini Osmanlı - Rus savaşına kaptırıp asıl göstermek istediklerinden uzaklaşıyor. Böyle olunca da, Nene hatun’un onunla birlikte düşmana saldıran binlerce Erzurum’lulardan bir farkı kalmıyor. Muhtar Paşa, Hasan Çavuş, Ahmet gibi karakterler filmde daha çok görünüyorlar desek yeridir. Bu yanlış seçim ve bütçesizlik bahanesi ile '20 kişilik Osmanlı ordusu, 30 kişilik Rus ordusuna karşı...' durumuna düşen savaş sahneleri filmi neredeyse bir lise piyesine çeviriyor. Bu duruma üzülüyorum, çünkü sahte karakterlerin minimal buhranları yerine Nene Hatun’u filme çekmek sorumluluk sahibi bir tutum ama bunun gerekliliklerini de yerine getirmek gerek.
Takma sakal sorunu ve kameraya bakan, utangaçlıktan kafasını önüne eğen figüranlar 70’lerde kaldı diye üzülmeyin, Nene Hatun filminde bunlardan bolca var. Bu defa Aziziye tabyalarını geri almak için Rus’a saldıran Erzurum’lu köylülerden birinin koşarken mutlu mutlu gülümsediğini bile gördüm! (’Rus’ deyince aklına ne geldiyse artık!)
Cast’la ilgili yanlış bir tercih de dikkatimi çekti. Nene Hatun’u oynayan Açelya Elmas, doğal bir kırılganlığa sahip ve oyunuyla bu güçlü Anadolu kadınının ruh halini vermekten uzak...Halbuki 'Zeynep' karakterini oynayan Betül Şahin, 'yaşayan son Yeşilçam kadını' dedirtecek kadar güçlü ve etkileyici fiziğiyle bu rol için daha iyi bir seçim olurmuş. Yapımcının takdiri deyip geçelim. Filme uygulanan color correction / renk düzenleme uygulaması hoş olmakla birlikte 'Er Ryan’ı Kurtarmak' filminden alınmış bu renk dokusunun 2. Dünya savaşı yıllarına uyduğunu ama söz konusu dönem için daha koyu ve gri-mavi bir tonlama gerektiğini belirtmek isterim. Paul McCartney’in 'Pipes of Piece' video klibindeki gibi örneğin...
Basın gösterimi öncesinde aynı masada oturup konuşma imkanı bulduğumuz, Filmin 2 yönetmeninden biri olan ve adı nedense hiç bir yerde geçmeyen Olgun Özdemir, film müziği konusunda 'Eğer bu filmin müzikleri bu yıl ödül almazsa saçlarımı kökünden kestireceğim' diyecek kadar iddialı. Mustafa Ceceli tarafından yapılan film müziği çalışmasının temiz bir iş olmakla birlikte dönemin ruhuna çok uygun düştüğü de söylenemez. O güzelim ’Hair Rock’ stili saçlar giderse üzülürüm ama iddiadan dönmek olmaz!
Nene Hatun olmamış bir film. Odaklanamayan hikayesi akmıyor, oyunculuklar kötü ve özellikle savaş sahneleri büyük bir acz içinde... Bu filme giden kimsenin izlediği şeyden tatmin olacağını sanmıyorum. Ama iyi bir şeyler de yazmak istiyorum ve elimden ancak, bu karakteri beyazperdeye taşımaktaki sorumluluk duygusu sebebiyle 'iyi niyetli...' demek geliyor.
twitter: murattolga