New York?ta Beş Minare
Yazar: Ali ErcivanDetaylara girmeden, şunu söylemek gerek. New York'ta 5 Minare, sezonun ilk ve belki de en büyük/iddialı yerli yapımı. Seyircinin olağanüstü ilgisi ve hayranlığı da bundan. Ve Mahsun Kırmızıgül de tam bu etkiye oynuyor sinemaya kalkıştığı ilk günden beri. Büyük laflar eden, büyük ölçekli öyküler anlatan, sinemada izlenmesi gerektiği düşünülen, görkemli filmler yapmaya çalışıyor. Filmlerinin çok eleştirilen zayıf tarafları da ticari başarıları da buralardan çıkıyor biraz.
Mahsun Kırmızıgül'ün önceki iki filmine, bütün zaaflarını detaylarıyla sıralamama rağmen, yine de ılımlı sayılabilecek yazılar yazmıştım. Maalesef, o iki filmi biraz olsun kurtaran öğelerin hiçbirine New York'ta 5 Minare'de rastlamak mümkün değil. Nedir bunlar? Bütün didaktik tavırlarına ve klişelerine rağmen, çelişkisi kuvvetli karakterleri ve öyküleri vardı Beyaz Melek ile Güneşi Gördüm'ün. Burada ise, kuvvetliden geçtim, ne sağlam bir öykü ne de derinliği olan karakterler mevcut.
Film şunu anlatıyor: Türkiye'de çeşitli suikastlardan sorumlu bir İslami terör örgütü var. Bu örgütün başında da Deccal lakabıyla tanınan bir adam. Polis, araştırmaları sonucunda, Deccal'in gerçek kimliğine ulaşıyor. Uzun yıllar önce Amerika'ya kaçmış, Hacı Gümüş adlı dini bir lider bu. Kimi anımsattığını söylemeye gerek yok herhalde. Interpol ve FBI işbirliğiyle, bu adamın yakalanıp Türkiye'ye getirilmesine yönelik bir operasyon başlatılıyor. Bunun için de Türkiye'den iki deneyimli polis New York'a gönderiliyor. Ama işler elbette planlandığı gibi gitmiyor.
Önceki filmlerinde, aynı anda çok fazla öyküyü anlatmaya çalıştığından dolayı eleştirilmişti Kırmızıgül. Bu kez özellikle filmini tek bir öykü ekseninde mi tutmaya çalışmış, yoksa yan öyküler sadece geliştirilemedikleri için mi havada kalmış, söylemek zor. Film boyunca birçok yan karakter ve durum izliyoruz aslında. Bunların bir kısmı, hiçbir yere bağlanmıyor. Etkileyici şekilde çekilmiş zikir sahneleri mesela. Hikayede hiçbir işlevleri yok. Zikre iştirak eden cemaatten insanlar, bir sahnede ülkücülerden yardım istemeye gidiyorlar. O grubun lideri, iki gün vakit talep ediyor. Ne için? Daha sonra ne görüyoruz bu insanları ne de bir haberlerini alıyoruz. Niye var o sahneler? Sadece onları da filmin bir yerinde göstermiş olmak için mi? Sırf renk olsun diye. Filmin turistik cami sahnelerinden pek bir farkları yok yani.
Fuzuli yer kaplayan yan karakterlerden daha vahimi ise, ana öyküde işlevi olan karakterlerin kartonluğu. Seyirci üzerinde etki bırakabilen tek bir kişi varsa, o da Hacı Gümüş. Ama bu etki bile, sadece Haluk Bilginer'in becerisinden kaynaklanıyor. Karakterine, senaryoda mevcut olmayan bir derinlik katmayı başarıyor usta aktör. Aynısını başarabilen bir tek oyuncu daha sayamam ben bu filmde. Gina Gershon, Danny Glover gibi isimler için de geçerli bu söylediğim. Karakterlerin bir kısmı, sadece senaryoda belli bir işlevi yerine getirmek için var. Bir kısmı da sadece "E şimdi bu adamın bir de karısı vardır, öyle bir karakter de yazmak lazım" diye düşünüldüğü için. Daha derinine hiç inmeden. Dolayısıyla hemen hiçbir karakter ve hiçbir durum, aslında yaşamıyor. Sahici değil. Hele ki Amerika kısımlarında.
Mahsun Kırmızıgül'ün bir türlü yenemediği o basmakalıp mesajlar verme hevesi yüzünden, diyaloglar da son derece çiğ. Göze sokulan mesajlar, dünyanın hiçbir yerinde bir filmin daha fazla ciddiye alınmasına yaramaz. Seyirci bundan daha akıllıdır. Kimse mesajlardan etkilenmez. İyi anlatılmış, güçlü öykülerden etkilenir. New York'ta 5 Minare'nin eksiği bu.
Kaldı ki ben filmin temel örgüsüne dair bir şeyi anlamıyorum. İslami terör ve özellikle Amerika'da İslam dinine karşı tavır üzerine bir film yapma iddiası var ortada. Böyle bir hikaye, nasıl olur da basit ve lokal bir kan davasına indirilebilir. Doksan dakika seyirciye bir şey izletip, sonra aniden bunun aslında bir kandırmaca olduğunu söylemek ve filmi basit bir kan davası meselesi ile finale bağlamak, her şeyden önce seyirci için büyük bir hayal kırıklığı değil midir? "Ama bu filmin vaadi bu değildi ki" demez miyiz? Hani ben diyorum da. Siz demiyor musunuz?
Ve bir de sözde sürpriz var ortada, her şeyi final bloğuna bağlayan. Allah aşkına, Mahsun Kırmızıgül'ün oynadığı karaktere dair filmde ilk gördüğümüz flashback'te (sorgu odasında dayakla zanlıdan bilgi aldığı) her şeyin nereye varacağını anlamayanınız var mı? Hani orada anlamadınız, yolda kesin anlamışsınızdır. O sürprizi hem hazırlamak ama hem de saklamak uğruna öyle tutarsız sahneler, öyle mantıksız duygu geçişleri, öyle kopukluklar var ki senaryoda. Bu tür şeylere en dikkat etmeyen seyirci bile işkillenir gibi geliyor bana.
New York'ta 5 Minare, Kırmızıgül'ün önceki filmlerine kıyasla, reji açısından daha temiz bir iş. Sahneleri nasıl bağlayacağını bilemediği için kararma-açılmalarla ilerlemiyor en azından. Ama burada şu hata yapılmamalı: Çok para harcanmış olması, yani prodüksiyonun başarılı olması ve iyi görüntü yönetimi, kolay göz boyar. Ama bir filmin gerçekten iyi çekildiği anlamına gelmez. Fiyakalı ışık oyunları, şunu saklayamaz mesela: İşlerini ciddiyetle yapmaları gerekirken, radyodaki müziğe eşlik eden komik zenci polisler, bayat bir klişedir. Herhangi bir Amerikan filminde kullanılsa, ırkçı bir stereotip olduğu için ağır eleştiri alır. Kuşbakışı New York planları çekmek değil, bunlara özen göstermektir iyi yönetmenlik. Ajitasyonun dibine vurup seyirciyi salondan ağlayarak çıkartalım taktiği de, bu kadar ruhsuz bir filmin sonunda işe yaramaz. Onca boş sahnenin ardından olmaz.
Mahsun Kırmızıgül, iyi filmler çekebilir. Ne para bulmakta sıkıntısı var ne de ekip kurmakta. Ama film çekmenin, bunlardan ibaret olmadığını da öğrenmesi gerekir. Belki gerçekten de anlatmak istediği öyküleri kağıda aktarması için profesyonel senaristlerle çalışması işe yarayabilir. Çünkü öykü kurmak, diyalog yazmak, karakter yaratmak konusunda ciddi eksikleri olduğu bu filmle iyice ayyuka çıkıyor artık. Sağlam bir senaryodan iyi bir film çıkarabileceğine benim yine de inancım var. Filmlerinin şu halleriyle de büyük gişe elde ediyor olması, kendisini dev aynasında görmesine sebep olmasın yeter. İyi tanıtım, yığınları sinema salonlarına çekebilir. Fakat gişe, filmlerin niteliğini belirlemez.
"Büyük" film beklentisi açısından, Yavuz Turgul'un (bugüne kadar fragmanına denk geldiğim hiçbir salonda en ufak heyecan yarattığına şahit olmadığım) yeni filmi Av Mevsimi bile New York'ta 5 Minare'nin yanında sönük kalacaktır. Karşımızdaki, Kırmızıgül'ün şimdiye kadar yaptığı en büyük ama ne yazık ki en zayıf film. Kendi gözlemime dayanarak, salonları tıkabasa dolduran seyircinin de aynı hislerle filmden ayrıldığını söyleyebilirim. Çok kişinin bakışlarında "Bu muydu?" sorusuna rastladım ben.
Twitter: aliercivan