Eğrisi ve Doğrusu ile...
Yazar: Ali ErcivanDoğrudan konuya girmek ve bu filmle ilgili aklıma en çok takılan soruyu sormak istiyorum. Sıfır Dediğimde adlı filmin jeneriğinde, öykü başlığının altında tam 9 kişinin ismi gözüküyor. Biri profesör, bir diğeri de doçent olmak üzere en az 3 adet de danışman ismi geçiyor aynı jenerikte. Filme konu olan hipnoz evreni gibi mevzulara dair çok bilgi ve teori toplanmış, bunlar filme yedirilmeye çalışılmış olmalı. Ama çok daha basit, temel bir sorun var öykünün kuruluşunda. Onca insandan hiçbiri takılmamış mı bu soruna, işte bunu merak ediyorum.
Ne mi o sorun? Kısaca öyküyü özetlemem gerek size önce. Aslı, bir resim öğrencisi. Minyatür sanatına varan bir sohbetlerinde, hocası ona çok eski bir kitap armağan ediyor. Sonra Aslı o kitapla okuldan çıkıyor, taksiye biniyor ve. sonrası meçhul. Daha sonrasında ne yaptığını hiç hatırlamayan Aslı, bir de hocasının verdiği kitabı kaybetmiş oluyor o gün. Ne yapacağını şaşıran Aslı, arkadaşı Nevin'in tavsiyesiyle sıkıntısını atlatabilmek için psikiyatriste gidiyor. Psikiyatristi Melih de o gün olanları öğrenebilmek için hipnoza başvuruyor. Ancak deneysel yöntemler ile uygulanan bu seans beklendiği gibi sürmüyor ve Aslı'yı bir tür hipnoz evreninde yaşayan başka bir insanla karşılaştırıyor.
Şimdi sorunlar şuradan başlıyor: Tüm dramatik yapı kayıp bir çantaya yaslanmış ne yazık ki. İçindeki kitap ne kadar değerli de olsa, bu ne seyirci için filmin iskeletini taşıyacak kadar yeterli bir çelişki, ne de herhangi bir insanın psikiyatriste başvurması için kafi bir sebep. Hadi diyelim buna ikna olduk, bizi çok daha problemli ikinci bir safha bekliyor.
Aslı en az birkaç saatlik süreç boyunca yaşadıklarını hatırlamadığı için üzgün, tamam. Ama sonuçta kimseye bir zarar gelmiş falan da değil, sadece bir kitap kaybolmuş. Ben, bir doktorun, ilk kez karşılaştığı bir hastaya beş dakika içinde hipnoz önermesinin mümkün olduğunu hiç sanmıyorum her şeyden önce. Bir de bunun üstüne, hipnoz seansının ortasında, hastanın rızası olmadan ve fikri sorulmadan, hastanın ruh sağlığı açısından riskli olabilecek deneysel bir takım yöntemler uygulamaya başlıyorsa, bu doktorun mesleğini yapmaktan derhal men edilmesi gerekir. Böyle bir şey yaşanamaz. Film boyunca Aslı'nın başına gelen her şeyden aslında bizzat bu psikiyatrist ve ona göz yuman Nevin sorumludur. Fakat senaryo ekibinde kimse buna takılmamış sanki. Her şeylerini bu garip duran çıkış noktası üzerine kurmuşlar. Filmin en az yarısını kaplayan hipnoz seansı, seyirciye kabul ettirilmeye çalışılan bir mantıksızlık silsilesi olunca da, o film zaten oyunu baştan kaybediyor.
Aslı'nın, sadece herhangi bir yerde çantasını unutmuş olduğu halde neden yaşadıklarını hatırlamadığının açıklaması da yok filmde. Ayrıca zaten kelimelerle ilgili bir hatayı da düzeltmek istiyorum. Sıfır Dediğimde, nedense sürekli bu hatayı tekrarlıyor. Aslı filmin başında okuldan çıktığında yanında bir çantası var ve bir de kitabı içine koyduğu kağıt poşet. Fakat niyeyse o poşetten hep çanta diye bahsediliyor. Halbuki Aslı çantasını kaybetmedi, o kağıt poşeti kaybetti. Gördüklerimiz ile duyduklarımız arasındaki bu çelişki, ağır ağır yürüyen yaşlı bir kadından "Hızla ilerliyordu" şeklinde bahsedilmesi gibi örneklerle de devam ediyor. Birçok sinemacı adayının her zora geldiğinde "Bilerek yaptım!" tarzı savunmalara başvurmasına alıştığım için, seyircinin böyle durumlarda pek akıllı yerine konulmadığı fikrine kapıldığımı özellikle belirtmek isterim.
Uzun lafın kısası, diyeceğim şudur ki, çok acemice hatalarla örülü, baştan zayıf kurulmuş bir senaryo var karşımızda. Son derece didaktik, hipnoz teorilerine dair kimi kör gözüm parmağına, kimi fazla bilimsel diyaloglar acayip sırıtıyor. Oyunculukların yapaylığı da bu diyalogların başarısızlığını iyice belli ediyor. Kimi zamansa zaten görüntülerin bize anlatmakta yeterli olduğu durumları, diyaloglar ile tekrarlıyor yönetmen. Her şeyi en kolay anlaşılır haliyle sunmak sinemada elbette gereklidir. Ama hikayesiyle ilgili çoğu bilgiyi bize film bittiğinde bile vermeyen, bizi yığınla soru işaretiyle ortada bırakan bir film zaten Sıfır Dediğimde.
Kendi yönetmenliğini David Lynch ile, yaptığı filmi Karanlık Yolculuk ile karşılaştıran bir yönetmen, kendisi ile ilgili beklentilerimizi yükseltiyor. Dolayısı ile bu yönetmen, aynı filmde, Aslı'nın Caddebostan'daki evine gitmesi gerekirken vapurla Avrupa yakasına geçmiş olması gibi çok net bir şekilde anlaşılan durumları bize bir de diyalogla tekrarlamaya ihtiyaç duyunca fazlaca hayal kırıklığına uğruyoruz. Ne zaman seyircisinin zekasına ve film izleme alışkanlıklarına güveneceğini, ne zamansa kendisi zekasını ispatlamaya çalışacağını şaşırmış gibi sanki.
Zannedilmesin ki Sıfır Dediğimde neresinden tutulsa insanın elinde kalacak cinsten bir film. Aslında hakkında söylenebilecek pozitif şeyler de var. Filmin açılışını yapan ve devamında da zaman zaman karşımıza çıkan bir masal var mesela. Bir annenin oğluna okuduğu, "1001 Gece Masalları"ndan bir örnek. Son derece başarıyla uygulanmış, minyatür geleneğine uygun animasyonlarla süslenen bu sahneler, filmin amaçladığı hipnotik atmosferi yaratmayı da başarıyor. İnsana, keşke bunca emek vermişken bir animasyon film yapsalarmış diye düşündürüyor.
Bunun dışında, görüntü kalitesi düzgün ve Aslı rolünde rol alan genç oyuncu Damla Tokel kadrodan yüzünün akıyla çıkan tek isim demek ise, filmi gözümüzde kurtarmaya yetmiyor.
Bir insanın kendi kendine filmini "David Lynch 1001 Gece Masalları'nı çekseydi ortaya böyle bir film çıkardı" gibi söylemler ile süslemesi baştan doğru değil. Ortaya böylesine iskeleti ve entrikası zayıf, diyalogları acemice bir film çıkınca hayal kırıklığı daha büyük yaşanıyor. Kayıp bir çantayı bulmaya çalışırken, tam olarak açıklayacak kadar bilgi sahibi de olamadığımız bir gerçekliğin içine düşen bu kızcağızın öyküsü, ilgi çekici bir sinema malzemesine dönüşmüyor. Oktay Kaynarca'nın karakterinin nasıl o hale geldiğinden, Aslı'nın neden hafıza kaybı yaşadığına; bu iki karakteri ilişkilendirenin (doktorun sorumsuzluğu hariç) ne olduğundan, Burgaz Ada'daki bakkal çırağının konuyla bağlantısına kadar birçok noktada hiçbir anlaşılır, somut bilgi de edinemiyoruz.
Daha hala basit öykülerden düzgün sinema filmleri çıkarmak konusunda bile yeterlilik gösterebilmiş bir yönetmen kuşağı aktif olarak mevcut değilken; bu alanda yeterliliklerini kanıtlayamadan başyapıtlar yaratmaya çalışan iddialı genç yönetmenlerin başarısız denemelerine seyircimiz ne kadar sabır gösterebilecek acaba?