Hesabım
    Sevgilim İstanbul
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,0
    Yetersiz
    Sevgilim İstanbul

    <b>Sevgilim İstanbul</b>’un Edebi Kökleri

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    İstanbul, bugüne kadar sayısız filme konu olmuş ve setlik etmiş bir şehir. Bir iki sokak ilerleyince kendinizi bambaşka mekanlarda bulabileceğiniz karmaşık bir kişiliğe sahip ve bana kalırsa içinde gizli bu çok-kişilikliği sayesinde, işini iyi bilen bir yönetmenin istediği her kimliğe büründürebileceği disiplinli bir başrol oyuncusu aynı zamanda.

    Sevgilim İstanbul’un afişini ilk gördüğümde içimden ’işte İstanbul’u camileriyle, Kız Kulesi ile ve bir kadın figürüyle temsil edip, gerdanından öpülesi egzotik bir şehir haline getiren, turistik bir başka film daha’ diye düşünmüştüm. Her ne kadar İstanbul’u turistler için cazip hale getiren bu tarz İstanbul betimlemeleriyle aram pek iyi olmasa da, filme ısınmıştım. Nedim Gürsel’in kitabından beyazperdeye uyarlanan Sevgilim İstanbul’un, düzgün bir anlatımla hem eleştirel, hem de içten bir İstanbul hikayesi anlatabileceği izlenimine kapılmıştım nedense. Keşke tahminlerim doğru çıksaydı. Çok uzun bir zamandır bu kadar sıkıldığım, bunaldığım ve en ciddi sahnelerini bile gülümseyerek izlediğim bir film çıkmamıştı karşıma.

    Sosyal içerikli olmaya çalışan 80’li yılların bazı Türk filmlerinde, insanların gerçek konuşma şekilleri ile bağdaşmayan, gündelik hayatlarında kullandıkları kelimeleri dahi barındırmayan yapay ve didaktik diyaloglara sık sık rastlamak mümkün. Fakat aradan yirmi yıllık bir süre geçtikten sonra bir başka filmde bu tarz diyaloglara yeniden rastlayacağımı gerçekten de hiç düşünmüyordum. Sevgilim İstanbul, dört gazetecinin bir masanın etrafına toplanıp, birbirleriyle konuşurmuş gibi yaparken, izleyiciye Türk-Rum ilişkileri konusunda ders verdikleri samimiyetsiz diyaloglarla dolu bir film.

    Kimsenin gündelik hayatında ne arkadaşlarına, ne de sevgilisine söylemeyeceği edebiyat kokan süslü cümlelerle dolu olan filmde, sinemasal bir anlatıdan da eser yok sanki. Sinemanın en temel özelliklerinden birini göz ardı ederek, vermek istediği mesajı görsel diliyle vereceğine, sözel bir anlatımla izleyiciyi kendi tarafına çekmeye çalışıyor film. Sevgilim İstanbul, bir sinema filminin dilinden çok, bir edebiyat eserinin dilini kullanıyor içerisinde. Bu nedenle de bir filmden çok, kasete okunmuş bir kitabı andırıyor bana kalırsa.

    Öykünün sinema diline yeterince tercüme edilmemiş olmasının, oyuncuların rol yapma kabiliyetlerini de son derece kısıtladığını söyleyebiliriz. Kamera karşısından çok, tiyatro sahnesinde görev almış oyuncuların tavırları, kamera karşısında zaten yeterince tutuk kalmış. Başrollerde yer alan Karyofyllia Karabeti ve Alptekin Serdengeçti, film boyunca yürüyüşleriyle, sesleriyle ve mimikleriyle bir sinema filminde değil de, bir tiyatro sahnesindeymiş gibi davranıyorlar.

    Dahası, filmin görsel anlatımının zayıflığı, özellikle Karyofyllia Karabeti’nin canlandırdığı İrini karakterini olumsuz yönde etkilemekte. Karyofyllia Karabeti’nin, İrini’nin duygusal yoğunluğunu hiçbir görsel öğenin yardımı olmaksızın, bir anda sadece mimiklerini kullanarak yansıtabileceğini düşünmek oldukça anlamsız. Fakat filmin sinema anlayışı, İrini'nin yaşadığı tüm duygusal problemleri izleyiciye aktarma görevini Karabeti'ye yüklemekten yana.

    Film, birkaç beylik hayal sahnesi haricinde İrini'nin gündelik travmalarını görselleştirmek için herhangi bir çaba sarf etmiyor. İrini'nin bir caminin güzelliği karşısında ne kadar şaşırdığını, ne kadar etkilendiğini göstermek istediğinde, sadece ve sadece Karabeti'nin yüzüne yakınlaşıp, ondan kameraya karşı şaşırıp, etkilenmesini bekleyen amatör bir sinema anlayışı hakim filme. Yine aynı anlayış, iki karakterin birbirlerine ne çok aşık olduklarını kanıtlamak için fonksiyonu havada kalan, estetik yoksunu, uzun sevişme ve öpüşme sahneleriyle doldurmuş filmi. Böyle bir ifade şeklinin hüküm sürdüğü filmde, oyuncuların bir anda mucizevi performanslar sergileyerek harika karakter çözümlemeleri ortaya koymaları imkansız gibi bir şey.

    Sevgilim İstanbul, sinema dilinin anlatım olanaklarından bir haber olduğunu hissettiren bir film bana kalırsa. Seyirci ile iletişim kurmakta oldukça zorlanan filmin, edebi köklerinden kopamaması, filmde yer alan oyuncuların komik duruma düşmelerine ve anlatılan hikayenin parodileşmesine neden olmuş neredeyse. Önemli sözler söylemek, eleştirel bir tavır takınmak isteyen filmin, söylemek istediklerini görsel olarak ifade etmekte güçlük çekmesi, ne demek istediğinin de anlaşılamamasına neden oluyor.

    Aynı zamanda 1986 yılında yazılmış bir öyküyü bugünün yaşam koşullarını ve sosyal duyarlılığını göz önünde bulundurmaksızın doğrudan günümüze uyarlayan filmin, aradan geçen yirmi sene içinde sanki bu ülkede hiçbir şey değişmemiş gibi bir tavır takınarak bilinçsiz bir profil çizdiğini de eklemek gerek. Seyirlik camilerden, çöplerin yerlere serildiği sokak aralarından, külhanbeyi erkeklerden ve vapur iskelelerinden ibaret bir İstanbul portresi sunan Sevgilim İstanbul’un son zamanlarda izlediğim en tatsız filmlerden biri olduğunu söyleyebilirim sanırım.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top