En Mutlu Olduğum Yer
Yazar: Melis ZararsızGeçtiğimiz Cuma vizyona tam 9 yeni film girdi. Bu filmlerin 6 tanesi ise Türk filmiydi. Uzun zamandır merakla beklenen Altın Ayı ödüllü Bal, geçtiğimiz günlerde ertelenmiş ve nihayet vizyonda olan Son İstasyon, daha önce festivalde izleme şansı bulduğum Türk Bulgar yapımı Şark Oyunları gibi filmlerin arasında, En Mutlu Olduğum Yer, uzun ve ilginç ismi, dizilerden tanıdığımız oyuncu kadrosu ve basında yer alan sevişme sahnelerinin bolluğu haberleriyle ilgi çekiciydi doğrusu.
Film, Kağan Erturan'ın ilk uzun metraj filmi. Bir ilk film olarak beğeniyle izlediğim bu yapım, bana ilk sahnelerde, daha çok kısa filmleriyle tanıdığımız Selim Evci'nin ilk uzun metrajı İki Çizgi'yi anımsatmıştı, bir yol filmi olması ve modern kadın erkek ilişkisine eğilmesi sebepleriyle... Fakat daha sonra film, bu benzerliği unutturarak kendi atmosferini ve üslubunu tanıtmaya başladı seyirciye.
Filmle ilgili dikkatimi çeken ilk şey, olayların çok hızlı gelişiyor olduğuydu. Son zamanlarda izlediğim bir çok filmde bu dikkatimi çektiğinden, artık sinemada hikayelerin en can alıcı yerlerine bodoslama dalmak mı moda oldu diye düşünürken, bu filmin hikayesinde birşeylerin çok hızlı gelişiyor olmasının, aslında özellikle bir yeri olduğunu farkettim.
Film sarı sarı başaklar içinde koşup oynayan bir kız çocuğu görüntüsünden sonra İstanbul'da bir partide başlıyor. Eğlenen, danseden insanlar görüyoruz, genelde yüksek tabakadan insanlar, içki içip sohbet ediyor, dansediyorlar. Partide barmaid olarak çalışan Elif isimli bir kızı izliyoruz bir süre, sonra da Kemal isimli uzun boylu, dikkat çekici, yakışıklı ama suratı asık bir adamı takip ediyoruz. Yaşça kendinden büyük bir kadınla ve yanındaki mafya kılıklı adamla nahoş bir selamlaşmadan sonra bardan bir içki alıyor ve bar ortamından dışarı çıkıyor. Elif te aynı şekilde, kalabalıktan, insanlardan, sahte sohbet ve gülüşmelerden sıkıldığını belli eder şekilde dışarı çıkıyor ve Kemal'in çimlerde oturmuş usulca ağladığını farkediyor. İster istemez sohbet etmeye başlıyorlar. İkisi de 25-30 yaşlarında var ya da yoklar ve yaşadıkları hayattan sıkılmış oldukları, mutlu olmadıkları belli. İkisi de neredeyse sarhoşlar. Hayat üzerine konuşmaya başlıyorlar ve Kemal Elif'e "en mutlu olduğun yer neresi" diye soruyor. Elif de ona çocukluğunun geçtiği eski Foça'yı anlatıyor. İkisi de o anın büyüsüne kapılıyorlar ve bir çılgınlık yapıp arabaya atladıkları gibi Foça'ya gidiyorlar ama İstanbul'da bıraktıkları hayat onları takip ediyor, hem de bir sürü belayla birlikte...
En Mutlu Olduğum Yer, yollarda geçen bir macera filmi...Aynı zamanda bir "modern kadın erkek ilişkisi" izliyoruz ve bu ilişkinin kişilerini tek tek çözümlüyoruz bir bakıma. Aslında yönetmen filmde olayları çabucak başlatırken ve bu iki insanı yollara çıkarırken biz izleyiciden, bu ikilinin tanıştığı dönemin, belki biraz da tesadüfen "bu hayatta ne yapıyorum, kimim, neyim, hayatımı düzene koymam gerek, belki de kaçmam gitmem gerek" dedikleri bir döneme rastgeldiğini anlamamızı ve buna inanmamızı bekliyor. Yolda giderken konuştukça, otel odasına yerleşip sohbet ettikçe geçmişleriyle yüzleşiyorlar, ağlıyorlar, kavga ediyorlar, birbirlerini anlıyorlar, sarılıyorlar, sevişiyorlar, aslında hayat bu iki insanı cımbızla çekip çıkarıyor ve Foça'ya atıyor, "haydi burada hem tanışın, hem de kendinizi bulun" diyor adeta.
Yazının başında İki Çizgi'yle olan benzerliğini söylemiştim filmin ama hikayenin gidişatında bu benzerliğin kaybolduğunu söylemiştim. En Mutlu Olduğum Yer, özellikle bir açıdan çok tatmin ediyor beni, bu film de bir çok sanat filmi gibi "sıradan"ın üzerine gidiyor, bu film de adeta hayatın içine bir kamera sokup gerçeği gösteriyor, bu film de sosyal gerçeklere, toplumun bazı konularda kabuğunu yırtamamışlığına, bireylerin bazı noktalarda asla büyüyememesi ve kendini büyütmeleri için yollara çıkma ihtiyacı duyduğuna dem vuruyor, bu film de kent hayatı ile doğal hayat arasındaki farkı öne koyuyor, bu filmde de amaçsız bir yolculuk aslında çok büyük amaçlara çıkıyor vs ama bu filmde, benzer bir çok filmde tercih edilen, konuşmayan, anlatmayan, sadece gösteren ve yapay bir üslup yok. Filmde en çok alkışlanması gereken şeylerden biri diyalogların ve oyuncuların doğallığı. Bir çok filmde, "kamerayı hayatın içine soktuk, gerçekçiliğin peşindeyiz" derken aslında çok yapay bir üsluba düşülüyor, burada ise hayatın içinden diyaloglar, rahatsız etmeyen, yerinde küfürlü konuşmalar, doğal oyunculuk, filmin sıcacık olmasını sağlamış. Aksiyonun da eksik olmaması, filmi sıkıcı, boğucu bir film olmaktan uzaklaştırmış iyiden iyiye. İki Çizgi'nin en büyük eksikliği buydu bence, çok başarılı çekimlere ve iyi bir fikre rağmen, doğal olayım derken gereksiz, sessiz, uzun ve bir yere varmayan sahneler, yapay bir anlatım dili vardı.
Filmle ilgili basında çıkan sevişme sahneleri bol haberi ise, bana kalırsa abartılmış bir yorum. Hayatımızın içinde doğal olarak yer alan cinsellik, böyle bir filmde de olması gerektiği kadar yer almış. En Mutlu Olduğum Yer, teknik olarak da temiz bir iş. Filmin geçtiği mekanlar özenle seçilmiş, kurgu, müzikler, kamera açıları oldukça başarılı ve yerinde. Filmle ilgili yapılabilecek tek eleştiri, hikayenin sonunda ikilinin başındaki belaların, inandırıcılıktan uzak bir şekilde çözülmesi ve kolayca sonuca ulaşması. Bu kadar gerçekçi bir filmin çözülme noktasını da gerçekçi bekliyor insan ama o kadar kusur kadı kızında da olur. Bu kadar çok Türk filmi çekilen bir dönemde, aradan sıyrılan, kaliteli ve şans verilmesi gereken bir yapım.