Gölgesizler
Yazar: Ali ErcivanHasan Ali Toptaş'ın 1994 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazanıp hemen ertesi yıl da yayımlanan Gölgesizler romanı, son dönem Türk edebiyatının en dikkate değer eserlerinden biri olduğu kadar, oldukça da zor bir sinema malzemesi. Gölgesizler, İstanbul'daki bir berber dükkanı ile çok uzaktaki bir köy arasında gidip geliyor. Öyküsünü özetlemek kolay değil. Sadece, insanların anlaşılmaz bir şekilde kaybolduklarını söyleyip geçelim. Merakınızı cezbederse...
Senaryo kökenli Ümit Ünal, kitabı neredeyse birebir takip eden bir uyarlama yapmış aslında. Tabii sinemanın sınırlarının el verdiği ölçüde. Romanı okumuş biri olarak, olay örgüsünü ve ilişkileri takip etmekte zorlanmadım. Filmin teknik açıdan temiz, oyunculuklarının da başarılı olması sayesinde, en azından düzgün ve ilginç bir film izlediğim hissiyle de sinema salonundan ayrıldım. Ancak kitaba yabancı seyircilerin, filmi bir yere oturtmakta zorlanabileceklerini tahmin ediyorum. Bu haliyle birçok izleyiciye, David Lynch ile M. Night Shyamalan filmleri arasında duruyormuş gibi gelebilir Gölgesizler.
Çevremden duyduğum olumsuz yorumların aksine, şahsen filmden memnuniyetsiz bir şekilde ayrılmadım. Fakat filmin ciddi zaaflarının da farkında olmalıyız. Öncelikle, Ümit Ünal'ın romandaki temaları ve metaforları perdeye taşımak, bunların görsel karşılıklarını bulmak konusunda başarılı olduğunu söylemek zor. Bu açıdan bakıldığında, içi biraz boşalmış, meramı izleyene tam olarak geçmeyen bir film Gölgesizler. Sadece ilginç bir maceradan, oyundan ibaret.
Bir romanda işleyen yapı, aynı haliyle bir sinema filminde işlemeyebiliyor. Bir romanda diyalogla anlatabildiğiniz şeyi, sinemada aynı yolla aktardığınızda gülünç bile olabiliyor. Bu haftanın diğer yerli filmlerinden İki Çizgi'ye dair eleştirim, aslında bir başka açıdan Gölgesizler için de geçerli. Çok sayıda kısa filmde denenmiş, oyuncaklı bir yapıdan fazlasını sunmuyor Ünal burada. Onun gibi deneyimli bir senaristten, daha cesur ve yaratıcı adımlar atmasını beklerdik.
Kanımca problemlerin çıkış noktalarından ilki, Ünal'ın romana fazla bağlı kalmış olması. Bu haliyle, devamı gelmeyen bir takım karakterlerin ve yan öykülerin arzı endam ettiği, bayağı epizodik bir yapı söz konusu. Kitaptan mümkün olduğunca çok öyküyü filme katmak yerine, daha az karakter üzerine yoğunlaşıp daha cesur, farklı bir yapı kurmayı denemek gerekirmiş. Belki yazarın yerine de yönetmeni koymak.
Önceki yönetmenlik denemelerinde, neredeyse tamamı tek mekanda geçen öyküleri bolca diyaloğa ve oyunculara sırtını yaslayarak perdeye aktaran Ünal'ın, nice usta sinemacının gözünü korkutacak böyle bir projeye kariyerinin bu kadar erken bir aşamasında el atmış olması bir başka handikap herhalde. Ünal'ın mizansen anlayışı oldukça teatral. Çoğu zaman oturup konuşan kafalar izliyoruz Gölgesizler boyunca; 9 ve Ara'da olduğu gibi. Derdini kelimelerle anlatıyor Ünal. Romanın derdini de kelimelere sığdırmaya çalışıyor. Ama böyle zorlu bir romanı sinemalaştırmak için, becerikli bir senarist olduğu kadar, meramını görüntülerle anlatma sanatına da hakim olabilmesi gerekiyor insanın.
Ünal, başarılı görüntü yönetmeninin yardımıyla bazı stilize oyunlar çıkarıyor. Ama post prodüksiyonda renkleri biraz uçurmakla atmosfer yaratılmış olmuyor sinemada. Işıkla yaptıkları oyunlar da aslında yine tiyatro numaraları. Evet, etkileyici at sahnesinin hakkını vermek lazım. Birkaç yerde kurgu da etkili şekillerde kullanılıyor. Ama teknik araçları efektif bir şekilde kullanmak başka; anlatmaya çalıştığınız şeyin görsel karşılığını bulmak başka. Bu şekilde göz boyamakla kalıyorsunuz sadece.
Her şeye rağmen, karşımızdakinin son dönemin izlenebilir yerli yapımlarından olduğunu düşünüyorum. Filmi ilgi çekici kılan, romanın kendisi aslında. Bir de Selçuk Yöntem, Hakan Karahan, Arsen Gürzap ve Ertan Saban'ın özellikle övgüyü hak ettiği, başarılı oyuncu kadrosu. Önemli bir sinemasal başarı göstermese de kalburüstü bir film ortaya çıkarmış olan Ümit Ünal'ı ise, yine cesur bir deneme gerçekleştirdiği için tebrik edebiliriz en azından.