Tea Break
Yazar: Serdar KökçeoğluYakın zamanda bir arkadaşım son dönemde izlediğim yerli bir kısa filmi ona heyecanla anlatırken, uzun bir sessizliğin ardından kısa filmler hakkındaki gerçek düşüncelerini itiraf etti: 'Kısa filmler beni tatmin etmiyor, uzun öyküleri seviyorum. Ben galiba 'Uzun Film' düşkünüyüm.'
Aslında arkadaşımın düşüncesi kısa filmlerin daima çekici olduğunu düşünen genç sinema meraklılarına garip gelse de, üzerinde düşünmeye değer. Kısa filmin ne olduğu, nasıl olması gerektiği, hangi ölçülerle değerlendirileceği çok fazla konuşulmadığı hatta yazılmadığı için, kısa film sadece iki şekilde algılanıyor: Çılgınca bir sevgi ve kafa karışıklığı.
Özellikle sinema öğrencileri ve amatör sinemacılar için heyecan kaynağı. Sinemayı giriş/gelişme/sonuç bölümleriyle kabullenmiş bir izleyici için ise belirsizliklerle dolu. Bu nedenle pek çok insan kısa filmleri uzun metrajlarla karşılaştırma yoluna gidiyor ve benzer bir dramatik yapının izini sürdükleri için tatmin olmuyorlar. Hızlı bir girişin ardından gelen çarpıcı bir sonuç yetmiyor. Uzun bir gelişme bölümü istiyorlar. En azından bir saatin üzerinde.
Small Gauge Trauma gibi DVD’ler uzun soluklu film izlemeyi sevenler için oldukça faydalı aslında. Kült DVD şirketi Synapse Film tarafından çıkarılan DVD toplam 13 kısa filmden oluşuyor ve üç saatin üzerinde bir kısa film deneyimi sunuyor. Üstelik korku sinemasını sevenler için de bir sürprizi var; filmler Fantasia Film Festivali’nde gösterilen ve çok beğenilen korku filmlerinden seçilmiş.
Tür sinemasının farklı türlerinde kısa metraj ile orta metraj arasında çekilmiş filmler arasında bir tanesinin Kısa Film türünün başyapıtları arasına gireceğine hiç şüphe yok. Hatta şimdiden söz konusu filmi pek çok ünlü video sitesinde bulabiliyorsunuz. Tea Break adını taşıyan film Sam Walker tarafından çekilmiş ve son derece önemli festivallerde gösterilmiş, tür sinemasının önemli ödüllerini toplamış. Yedi dakika bile olmayan süresine rağmen etkisi çok daha uzun sürüyor.
Asık suratlı ve geniş yapılı bir fabrika işçisinin kanlı yüzüyle açılıyor film. Önündeki sivri aleti her indirmesiyle yüzüne kanlar sıçrıyor. Önündeki kayan bant aralıksız çalıştığı için de bir an bile yerinden kımıldayamıyor. Mezbahayı hatırlatan yerde distopik bir düzen hakim. Sonradan filmin distopik atmosferini güçlendiren bir gerçekle karşılaşıyoruz. Adamın önündeki kayan bantta çıplak bir halde bağlanmış gençler yatmaktadır. Adamın aletini her indirmesiyle gençlerden birinin daha kafası platformun yanına düşmektedir. Bu arada adamın gözü duvar saatindedir. Ara verilmesiyle işini bırakır ve gazetesini okuyarak yemeğini yemeye başlar.
Bu esnada platformda bir genç beklemektedir. Tam kafası gitmek üzereyken mola verildiği için, ölüm anını bekleyeceği uzun bir işkence başlamıştır onun için. Ses çıkaramadığı için yalvaran gözlerle katilini izler. Fabrika işçisi de yemeği bitince adamın yanına gelir ve bir an onun yalvaran gözlerine anlayışla bakar. Hatta bir anda katilin yumuşadığını ve genci öldürmeyeceğini düşünürüz. Yanılmışızdır. Adam sadece başla zilini beklemektedir ve işbaşı yapar yapmaz gencin kafasını uçurur. Acımak yok.
Tea Break, son dönemin popüler korku filmlerini hatırlatan sadizm dolu bir hikayeye sahip. Ve fakat aynı zamanda çılgın bir kara mizaha da sahip. Abuk bir korku komedi filminden fırlamış bir sahne gibi değil; karanlık bir filmde olması gereken karanlık bir mizaha sahip. Üstelik gençlerin neden kellelerinin uçurulduğuna dair bir ipucu olmaması da filmi gizemli yapıyor.
Kısa filmlerin az gösterip izleyicinin hayal gücünden faydalanması genellikle çalışmaların gücünü yükseltir. Burada, sizin yorumunuza kalmış karanlık bir dünyada zavallı bir genç ile cellat arasındaki sessiz bakışlar filmi çarpıcı kılıyor. Belki bir an gencin kurtulacağını düşünüyorsunuz, fakat olmuyor. Aslında bütün o umutsuz bakış ve bekleme sahnesi uzun bir gelişme bölümünün yerini tutuyor. Kısacık olmasına rağmen amacına ulaşıyor. Kısa anlarla dolu kısacık bir hikaye; fakat izlerken ve sonrasında uzuyor, derinleşiyor ve büyüyor.